30 Mayıs 2011 Pazartesi

Düşmanlık…

Bir yanda imama ve ordusuna biat edecekleri belli olanlar; diğer yanda söz üstüne akıl koymayı kotaramayan Kılıçdaroğlu’nu ağızları açık izleyenler ve ırkçılığın yaşadığı kapanlar, kitlelerin ilgisini çekiyor!

Memleket panayır yeri.

Her tür kör dövüşünü izlemek bedava.

Anlıyoruz ki küfrün-hakaretin-saygısızlığın bini bir para olunca, seyirci keyif alıyor!

Bizim alanda da bu hep öyle olmuştur.

Bir oyunda belden aşağı espriler- küfürler- bayağılık varsa, o oyunun gişe şansı yüksek olur!

Ancak şu içinden geçilen zaman, siyasal ahlakın dibe vurduğu kara bir dönem olarak tarihteki yerini alacaktır.

‘Adamların ağzı torba değil ki büzesin’, ülkeyi-dünyayı-insanı algılama yetileri bu kadar.

Bu arada, yukarda bağırtı-çağırtı sürerken, aşağıda sanat düşmanlığında sınır yok.

Devlet Tiyatroları Antalya Müdürlüğü’nün ev sahipliğinde gerçekleştirilen Tiyatro Festivalinde yaşananlar, dinci gericiliğin sanat düşmanlığına tanıklık etmemizi sağladı.

Festivalin konuk ülkelerinden İsrail’in Cameri Tiyatrosu, deyim yerindeyse canını zor kurtardı.

ADAP adlı bir çatı örgütü altında birleşen Antalyalı yobazlar, oyunu sabote etmek için organizasyon yapıyorlar ve ekip geldiği gibi ülkesine geri dönüyor.

Ne yapmak istediklerini en açık biçimiyle ifade ediyorlar. “"Platformumuza bağlı dernek ve vakıflardan 10 üyemizin Mavi Marmara gemisinde bulunmaları ve İsrail'in kanlı vahşetlerini görmüş olmaları, bu oyunun Antalya'da ve Türkiye'de oynatılmasını rahatsızlık verici olarak değerlendirmemize sebebiyet vermiştir"

Sözü edilen dernek ve vakıfların içinde, İHH ve Mazlum-Der başı çekiyorlar.

Bu örgütler ve bileşenleri bu ülke için şeriat özlemiyle yanıp-tutuşan ve bu uğurda cihada karar vermiş örgütlerdir. İnsani yardım adıyla yapılanların tamamı bu şemsiyenin altında gizlidir.

Adamlar en açık biçimiyle tehditler savuruyor, toplu bilet alarak saldırı için organize oluyorlar, yetmiyor basın açıklaması yapıp amaçlarını dillendiriyorlar; ama AKP’nin bölgedeki iş bitiricileri susuyor, CHP susuyor, kitle örgütleri susuyor.

Antalya Valisi ağzını açıp tek kelime etmiyor. Antalya Emniyeti de öyle. Kültür Bakanı beyefendinin umurunda değil, DT Genel Müdürlüğünden de hiçbir açıklama yok.

DT Antalya Müdürü Selim Gürata’nın ve konuk ülke tiyatro oyuncularının içine düşürüldüğü durumu varın siz tahmin edin!

Antalya, benzeri ırkçı ve gerici saldırıyı son Altın Portakal organizasyonunda da yaşamıştı.

Üç-beş çapulcunun hezeyanı dikkate alındı ve uluslararası bir yönetmen apar-topar ülkesine gönderildi!

Bize de meseleyi, yönetmeni, yaptıklarını, çektiği filmleri tartışmak düştü.

Irkçı saldırı ise birileri tarafından sineye çekildi.

Sanata düşmanlıkta bir ikinci örnek de İzmir’den geldi.

Yeni Kapı Tiyatrosu’nun oyuncu-yönetmeni Nazlı Masatçı, İzmir Emniyet Müdürlüğünün emriyle gözaltına alındı.

Gerekçe evlere şenlik, “oyun oynayarak halkı askerliğe karşı soğutmak”.

Arkadaşımız çıkarıldığı savcılıkta bu suçlamayla karşılaşınca şaşakalmıştır herhalde ya da benim gibi küfürbaz olmuştur.

Anlaşılıyor ki imamın ordusu, sanatçıları her yerde “takibe almış” durumda. Nazlı elbette ‘suçu üstlenmeyip’ başı dik biçimde oyununu yeniden oynamak için tiyatrosuna döndü ama dava sürüyor.

Bu mesele için de kimselerden ses-seda çıkmadı.

İleri demokrasi kahramanları suskun,

İzmir’den vekilliğe aday Kültür Bakanı zat suskun.

CHP suskun, kitle örgütleri suskun.

Bilmiyorlar ki insanlık tarihinde sanat yoluyla işlenmiş tek suç yoktur.

Bir sanat yaratıcısının ‘vicdani ret’ konusunu ya da herhangi bir konuyu işleyen oyun yazması-oynaması-sahnelemesi, resim yapması, fotoğraf çekmesi, film üretmesi, roman-öykü yazması, karikatür çizmesi, heykel yontması suç sayılamaz.

Yaratıcının özgürlükleri, hangi anlamda olursa olsun sınırlanamaz.

Bunu algılamayan sanat düşmanlarının siyaset yaptığı bakan, başbakan, vali, emniyet müdürü, savcı, yargıç veya yönetici olduğu ülkelerde siyaset, olsa olsa izlediğimiz gibi kör dövüşü olur.

Buradan da demokrasi filan çıkmaz.

oaydinoaydin@gmail.com

25 Mayıs 2011 Çarşamba


Magazin…

Böylesini de ilk kez görüyorum.

Ne film festivallerinin açılış-kapanışlarında ne de tiyatro ödül törenlerinde bunca pespayeliğe tanık oldum.

Kral TV müzik ödülleri gecesi, kirlenmişliğin-çürümüşlüğün dibe vuruşu olsa gerek.

10. sınıf şarkıcılar-manken eskileri ‘çılgınlık’ yarışındalar.

Aralarında kimler yok ki.

Ağızlarını açtıklarında iki cümleyi bile kurmaktan aciz, şarkı söylerken kargaları bile kaçıranların tamamı sıraya girmişler.

AKP yardakçıları başı çekiyor.

Bir ‘magazin kuşu’ soruyor, “seçimler yaklaşıyor, oyunuzun rengi belli mi?”

“Seçime ne gerek var ayol, memleket bundan daha iyi günler mi gördü?”

Bir başkasına uzanıyor mikrofon, sonra bir başkasına daha, ağız birliği etmişçesine hepsi aynı kapıya çıkan yanıtlar veriyorlar; ”Allah Başbakanımızdan razı olsun”

Kardeşim bir tane bile bu ülkenin içine itildiği şu koca pislikten şikâyetçi olan biri çıkmaz mı bunların içinden?

Çıkmıyor.

İnsanları, görünüşlerine bakarak değerlendirme yapmak-fikir yürütmek-karar vermek fena biliyorum, hem de çok fena, ama bu yaratıklar topluma, ‘sanatçı’ diye sunuluyor ya ona yanıyorum.

Merdiven altı tezgâhlarda, fason üretilmiş gibiler.

Hemen hepsi, takmış takıştırmış-sürmüş sürüştürmüş, estetik fukaralığı diz boyu!

Herhangi bir sanatsal yetenek söz konusu olmadığına göre, nerden gelir bu değirmenin suyu?

Son model arabalar, villalar, yazlıklar, yurt dışı alış-veriş gezileri, Honolulu tatilleri filan, bedava olmasa gerek.

“Her gece barda, gönlüm hovarda” durumları, bazı insanların mideleri gereğinden fazla doyuyor demek ki!

SS korumalarla dolaşan ve uçan kuştan korktuğu belli olan bir müzik yapımcısı; ağzı kulaklarında gülüyor. “İyidir hamdolsun!”

Bu adam, geçen yıl bu vakitler ortalara çıkmaya korkuyordu, günlerce ofisinde-evinde hapis kaldığı yazıldı-çizildi, ‘dolandırıcı’ diye adı çıkmıştı; şimdilerde AKP yardakçısı olunca, işler yoluna girdi anlaşılan!

Hülya Avşar, endazesi kaymış bir kenar mahalle dilberi edasıyla, açıyor ağzını-yumuyor gözünü.

‘Kendinden başka tanrıça, Tayyip’ten başka lider yok, işler yolunda, memleketin durumu iyi ama 12 Hazirandan sonra, daha da iyi olacak.’

Bu halk bu kadında ne buldu da başına taç taktı, anlamakta zorlanmıyorum!

Sinema-dizi-şarkıcılık filan derken yapmadığı iş, yemediği halt kalmadı, ticaretin her türlüsüne soyundu.

Bir ara inat edip, tiyatro oyunculuğuna kalkışmış, boyunun ölçüsünü alınca apar-topar sahneden kaçmıştı!

Son işi, siyasette yardakçılık.

AKP sevicisi, Başbakan’a hayran!

Bir TV programını anımsıyorum, Tayyip efendinin ağzının içine düşecekti nerdeyse.

Bunlardan bu memlekette kaç tane var acaba diye düşünüyorum, sıralamakta zorlanmıyorum.

Hep aynı yerden toplumun önüne ‘sanatçı’ diye itelenenler; çetelerin- para tüccarlarının, kirli siyaset yürütücülerinin masalarında meze olmuşlar, sonra da yolları açık olmuş!

Televizyon ekranları, gazetelerin üçüncü sayfaları, dergi kapakları bunlardan geçilmiyor.

Yiyiciler için, canlı et pazarı.

“Ne atom bombası, ne Londra konferansı/Bir elinde cımbız, bir elinde ayna/Umurunda mı dünya” durumunda, gününü gün edenlerin sürüsüne bereket!

Hiç olmazsa, tiyatro dünyasında bunca kirlenme yok diye avunuyorum.

oaydinoaydin@gmail.com

16 Mayıs 2011 Pazartesi


Pişkinlik…

Seçim meydanlarından yükselen sesler, bu günden daha da karanlık bir gelecek vaat ediyor.

Atış serbest.

2023 yılını hedef gösterenler, belli ki bu günün yoksulluğu, işsizliği, yolsuzluğuyla hiç ilgilenmiyorlar.

Yaşananların sorumluluğunu üstlenmeden, varsa yoksa ‘çılgın proje’ için ahkâm kesiyorlar.

Sıkışınca ‘yeni anayasa’nın kapağı aralanıyor.
Anlaşılan her şey hazır!

Topluma giydirilen deli gömleği dar gelmiş olsa gerek ki genişletilmişlerden söz ediliyor.

Durduk yerde uydurulan ‘ileri demokrasi’ yalanına önce kendisi inanmış; anlattıkça göz bebekleri büyüyor, iştahı kabarıyor.

Din-kitap-Allah-cemaat faslında övgünün bini bir paraya!

Hani elinden gelse mitingler için kurulan sahnelerde toplu namazlar kıldıracak.

Haremlik-selamlık olarak ayrıştırılmış meydanlardan avazı çıktığınca bağırırken, uçan kuştan bile korktuğu anlaşılıyor.

Gittiği kentler, kasabalar, geçtiği yollar havadan-karadan-denizden kuşatma altına alınıyor.

Böyle olunca kabadayılıkta sınır yok.

İçerde tavşan cesaretiyle dikleniyor, dışarıda talan edilmeye hazırlatılan ülkelere akıl veriyor!

Ekranlarda dönen reklam filmlerine bakınca da şaşırıyorsunuz!

Ülkenin ortak değerlerini kara para aklayıcılarına, yandaşlarına pazarlamış olmakla övünüyorlar…

Kendini ‘sol’ sayan ancak batmış-bitmiş-ele geçirilerek talan edilmiş sistemin değiştirilmesi için, hiç bir akıl açan önerisi olmayan CHP ise, bol keseden laf üretiyor.

“Herkes rahat bir nefes alacak”

İyi de nasıl olacak, hangi önermeyle halledeceksiniz, öyle para dağıtmakla, halkı maaşa bağlamakla, ‘yapacağız-edeceğiz-benim adım Kemal’ demekle çözülebilecek kadar basit mi bu mesele?

“Taşeronlaşmaya son” diye her yerde bağırıp-çağırmak kolay.

Elinizde tuttuğunuz onca belediyenin kaçında sendikalı işçi çalışıyor, önce bunun hesabını verin diye soran olmaz mı?

Anlaşılan işsize iş, tüm yurttaşlar için parasız sağlık, parasız eğitim, barınma hakkı, herkes için eşit adalet, düşünce özgürlüğü, bağımsızlık umurunuzda değil.

Kamu yönetimlerinin tamamının dinci-gerici kuşatma altında olması, HES, nükleer santraller, ormanların-doğanın-kentlerin talanı için de mücadeleye hiç gerek yok!

“Ben insanları, sağcı solcu diye ayırmam”

Ya ne diye ayırırsınız?

Seccadeyi cami avlusuna serince, siyasette kıble şaşırmak tam da bu olsa gerek!

Irkçılık ise, Kürt ve komünist düşmanlığında sınırsız-sorumsuz yaylım atışlarına devam ediyor.

Hani iktidar filan olurlarsa, memlekette ‘tek Kürt ve tek komünist’ kalmayıncaya kadar silahlar kan kusacak!

Vahşet!

Böylelikle 21. yüzyılda, bozkurtçuklarıyla övünen kaç kafatasçı kaldı görüyoruz.

Birileri ortalara çıkıp, bu ülkede onca yurtseverin, devrimcinin, aydının kanını döken ve katillikten yargılanan kaç vekil adayın, ülküdaşın var diye sormazlar mı sanıyorsunuz?

Şu son günlerde beylerde laf tükenince, ‘yatak odası siyaseti’ söylevlerinin merkezine taşınmaya başlandı.

Utanç verici.

Ortalık kasetten geçilmiyor.

Daha fazla haksızlık etmeyelim. Tüm sistem partilerinin ortaklaştıkları tek alansa, sanat!

Şaşırmayın, gerçekten öyle.

Bakın bu partilerin vaatler listelerine, sanat ve kültür ile ilgili tek sözcük bulamazsınız!

AKP ve MHP’nin sanat-kültür deyince kudurmuş bir hindi gibi nasıl kabardıklarını ve neler yaptıklarını biliyoruz, yaşadık yaşıyoruz.

CHP’nin ise tüm saldırganlıklara, yıkımlara, yok edilişlere karşı söyleyecek tek cümlesi bile yok.

Beyefendi Kars’ta miting yapıyor. Et diyor, süt diyor, hayvancılık diyor, şeker fabrikası diyor ama konuştuğu meydana 250 metre uzaklıkta İnsanlık Anıtı besmeleler çekilerek yıkılıyor, ağzını açıp tek kelime etmiyor.

AKM, Emek Sineması, kentsel üleşim ile sağlanan rantlar, ören yerlerinin pazarlanması, müzelerin özelleştirilmesi, kütüphanelerin pazarlanmak üzere devredilmesi, kapatılmak istenen Devlet Tiyatroları, 4C uygulamasının eşiğine taşınan opera-bale-senfoni, yıkılmak istenen salonlar, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti yalanıyla yaşananlar, insan yaşamından öteletilen sanat, sanatçıların özlük hakları bu beyleri hiç mi hiç ilgilendirmiyor.

Ama nasıl oluyorsa, sanatçılar ‘doğal yandaş’ ilan ediliyor.

Bu nasıl pişkinliktir?

Bütün bu olumsuzluklara karşı boyun kırıp susmak-sinmek-korku duvarının arkasında pineklemek erdem olmasa gerek!

Vah benim ülkem vah!

“Kabahat senin demeye de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu senin…”

oaydinoaydin@gmail.com

Bu kahır, bu zulüm, bu yalan…


Son günlerde kiminle sohbet etsem, ‘bir dokun bin ah işit’ durumu yaşıyorum.

- Tiyatro bitiyor hocam. Daha sezonun kapanmasına bir ay var ama herkes perde indirmek zorunda kalıyor. Anadolu’da seyirci evinden çıkamıyor. Bedava su, sandviç için millet meydanlara koşuyor! Bu adamların sanatla ilgileri de sıfır. Varsa yoksa nutuk çekip milletin aklıyla oynuyorlar. Hiçbiri, bir sanat olayı üstünden halka ulaşmayı düşünmüyor. Eskiden böyle miydi?

- İş yok ağabey. Hiçbir yapım şirketinden bir Allahın kulu aramaz mı? Aranmıyorum. En iyi yapımlarda oynadım, beğenildi filan, ama şimdi. Bu arada cemaat sıkıştırıp duruyor. Aylık maaş öneriyorlar, ‘yalnız bizimle çalışın size şu kadar’ diyorlar. Bir sürü insan teklifi kabul etmiş. Devlet tiyatrolarından, şehir tiyatrolarından insan avlamışlar. Ne halt edeceğiz?

- Provaya girdik, bir ay geceli gündüzlü ter döktük 12 oyun oynandı hop perde kapandı. Kaldık mı sezonun ortasında dımdızlak? O kadar söyledik dinletemedik, bu tekst bu kadroyla olmaz dedik, batarsın dedik, bari tanıtım yap dedik. Hiç oralı olmadı. Şimdi her gün evden çıkıp şöyle çevreyi bir turlayıp, tekrar eve dönüyorum. Bu arada yalnız olmadığımı oyunun kadrosundaki yirmi arkadaşımın aynı durumda olduğunu da düşününce, basıyorum kalayı.

- Kitapçılar tek tek kapanıyor. Bak Beyoğlu’na ne halde geldi. Güzelim İstiklal Kitapevi kapandı. Metropol zaten kapanmıştı. Bir diğeri yandı kül oldu. Burada her gün bu kadar kalabalık var ama bu insanların binde biri kitapçılara ya uğruyor ya uğramıyor. Tiyatroyu filan hiç aklına getiren yok, sinemalar da öyle. Bitti bu cadde, bu kent bitti. Şuraya kondurulan alış-veriş merkezine bir bak, utanıyor insan. Vaktiyle o yapının olduğu yerde iki sinema, bir tiyatro salonu vardı, şimdi bir cep sineması olsun yapmayı bile akıl etmediler. Kapitalizm canavar hocam, kusuyor üstümüze.

- Güya çalışıyoruz. Ortada para yok. Yapımcı dört bölümün ikisinin parasını yatırıp diğer ikisini bir dahaki aya sarkıtıyor. Anam ağlıyor. Set saatleri hiç belli değil. Program düğüm olmuş. Niye stok yok, kimin suçu? Oyuncunun, set çalışanının, tekniğin, rejinin suçu yok biliyoruz. İki tane stok olsa böyle mi olur? Geceler gündüzlere karışıyor. İnsan hakkı diye bir şey yok bu memlekette. Bunun bir çözümü olmalı, birileri bu duruma son vermeli. Sendika dediğin ne işe yarar, bu hak gaspı değil mi?

- Geçen yıl bu vakitler bir film çektik, halen paradan-puldan haber yok. Adam müzisyen, geldi yapımcılığa soyundu, yüzüne gözüne bulaştırdı. Bakanlıktan aldığı üç kuruş anında bitti tabi. Bir sürü borç yapmış, zaten film de bitmedi- bitirilemedi, çekilenlere el koyan alacaklılar olmuş; herif pişkinliğe vurup utanmadan benden para istiyor. Senin neyine kardeşim sinema, git bildiğin haltı ye.

- Setlerde çalışan arkadaşların da özel tiyatrolarda çalışan meslektaşlarımızın da sigortaları ödenmiyor. Kim müdahale edecek buna? Adamlar, vergiden kaçmak için sözleşmeleri tek yanlı yapmaya yada hiç sözleşme yapmamaya çalışıyorlar. İş güvencesi yok, sağlık güvencesi yok. Kimin alanına girer bu kavgayı vermek, yok mu bu insanların bir sahibi?

- Bakan efendinin önerisiyle kurulan birlik ortaya çıktı; “telif haklarımız güvence altında” dedi. Nasıl oluyor peki, bizim telif hakkımız varsa, nasıl oluyor da yayın tekrarlarından, dış ülkelere satışlardan ödeme almıyoruz? Ortada ya bir büyük yalan var ya da söz konusu yasa göstermelik; kim ilgilenecek bununla?”

- Aynı şeyleri düşünüyoruz. Sine-Sen varken ne gerek vardı aynı işkolunda yeni bir sendika kurmaya? Bu alandaki mücadeleyi daraltmaz mı? Bu memlekette, oyuncu hakları ile set çalışanlarının, tekniğin hakları ortak değil mi? Alın bakın yeni kurulan Oyuncular Sendikası’nın kuruluş amaçlarına, bir kaç küçük farklılığın dışında Sine-Sen ile aynı şeyleri söylüyorlar. Yapılması gerekenleri bir kâğıda alt alta yazarak, aynı iş kolunda yeni bir sendika kurmanın amacı ne peki, burada bir kötü koku yok mu? Hani AKP Ocak ayında yasa çıkarıyordu; güvence alınmıştı filan, ne oldu? Ben bu durumu sorguluyorum, herkes sorgulamalı. Sine-Sen yönetimi de kendini sorgulamalı.

- Artık beni kimse çağırmaz oldu. Bizim türkülerimiz değersizleşti gülüm. Adamlar, önümüzü tıkamak için ne gerekiyorsa yaptılar. Sen misin solcu al bakalım! Ama ben bizimkileri anlamıyorum, geceler yapıyorlar, heriflerin dinci şiirler okuyan bed sesli, kötü Türkçeli züppelerini çağırıp dünyanın parasını ödüyorlar, popçuları çağırıyorlar yine öyle. Bunu bildik belediyeler, sivil toplum örgütleri filan yapıyorlar. Artık kesinlikle anlıyorum, bu CHP ve kendini bilmez bazı sivil toplum örgütleri, ülkenin sağcılaşmasına hizmet ediyorlar. Ne olacak bu işin sonu, buna bir el koyan olamayacak mı? Ülke her anlamda batağa itiliyor, herkes seyrediyor.

- Şiirsiz olmaz, ne insanlık ne doğa, ne dün ne gelecek şiirsiz yapamaz. Ama nasıl oluyorsa oluyor günümüz insanı bunu becerebiliyor, şiir okunmuyor. Yalnız şiir değil, roman da öykü de okunmuyor. Bıktım, bırakacağım bu işleri, koyarım sözcüklerimi torbama, doğru köye. Bu ülke hangi şairine sahip çıktı ki günümüz şairlerine, şiirine sahip çıksın. Kaldı ki şimdi söz daha yavan, daha sığ. Önceleri böylemiydi, daha sözcükler şairin yüreğinden kâğıda düştüğünde, sıyrılıp girerdi insan aklına.

- Filmi beğendim hocam, elinize sağlık. Devrimden Sonra’nın sinemamız için bir ilk olması umut verici. Bazı kendini bilmezler, anlamsız yazılar yazıyorlar. Anlıyorsun ki adam seyretmeden döktürmüş küfrü. Dinci gazetelerin birinde bir yazı okudum, “bükemediğin eli öpeceksin” diye yazmışlar. Bunu bile görmeyen, görmek istemeyen cahillerimiz var. Ellerinde her tür olanak olduğu halde, bu alanda bir tek ürün bile verememiş, buna cesaret edememiş olanlar yapıyorlar bunu. Kolektif ruha saldırıyorlar. Bilerek ve isteyerek devrimci yaratıların düşmanı olma yolundalar. Bence, gerçeğin peşinden koşan sanatçı ağabeylerimizin, kardeşlerimizin birlik olunca neler yapabileceklerinin işareti bu film. Dilerim yenisini çekersiniz.

- Biliyor musun? Aysa Organizasyon sahibi Alaattin içerde. İzmir Belediyesine yapılan baskından sonra tutuklanarak cezaevine kondu. Belediyeyle iş yapan tüm şirketlerin sahiplerini de gözaltına almışlar. Hayır, anlamıyorum, bir tiyatro organize şirketinin eti ne budu ne? Açıklamalardan anlıyoruz ki, İzmir Belediyesi tüm kültür-sanat programlarını iptal etmek zorunda kalmış. Önümüzdeki İzmir Tiyatro Günleri tehlikede demektir. Kültür Bakanı denen zat, İzmir’den aday. Eğer İzmir bu adama, bu partiye oy verip seçerse, yazık olsun İzmir’e.

- 6 Mayıs’ta Ankara’da salondaydık hocam. O gün içimiz çok buruktu. İdamların yıldönümünde bir çınar düştü toprağa. Bu nasıl örtüşmedir? Hayatını onurlu insanların hukuk mücadelesine adamış bir adalet savaşçısı, çocuklarının idam yıldönümlerinde toprağa aktı. Gösterinizin final sahnesinde tutamadım kendimi “kahrolsun faşizm” diye zıpladım yerimden. Baktım ki yalnız değilim mutlandım, sağ olun.

-Meydanlardaki maymunluğun bitmesine kaç gün kaldı hocam, daha ne kadar sürecek bu kayıkçı kavgası?

-Ellerini birleştiremeyenler, onurlarını birleştirebilecekler mi sence?

-Daha nereye kadar bu kahır, bu zulüm, bu yalan?

oaydinoaydin@gmail.com

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Yuhhh…

Bu ülke uçurumdan aşağı yuvarlanıyor dedikçe “abartılı bir saptama” diyenler, şimdilerde ortalarda yoklar.

“Bunlar sanat ve sanatçı düşmanı, şu olanlara bakın memleketi cami avlusundan yönetiyorlar, halkın yaşamından tüm sanat alanlarını öteleştirdiler, amaç bizleri öteki yapmaktır, Kul olmamızı istiyorlar. Bu ülkenin sanatçıları, kul olmayı kabullenecekse yuh bize” deyince, “uzlaşı yolları henüz açık” diye nutuklar atılıyor.

Utanmazlıkta sınır yok.

Kars’ta heykelin kafaları tekbir sesleri ile kesiliyor.

Kars halkı sus-pus, ülke halkı lal.

CHP’nin bu meseleyle ve tüm sanat alanlarında yaşanan tartışmalarla ilgili söyleyecek tek sözü olmadığı anlaşılıyor.

MHP kıs-kıs gülerek, ‘sessiz alkışa’ duruyor.

Zaten Kars Belediye Meclisi’ne ‘heykel’in yıkılması’ önergesini veren bu ırkçılar değil miydi?

Hem kendi onurlarını, hem ülkenin onurunu kurtarmak için çabalayan sanatçılara bir tek ‘boyun eğmeyenlerin’ sahip çıkması ne hazin!

1 Mayıs’ı kutladık. Taksim alanı hınca hınç doldu. İşçiler-emekçiler-yoksullar saf oldular.

Kürsüden sanat düşmanlığı ile ilgili tek kelime duymadık.

Ellerine mikrofon verilen sanatçılar da suskun kaldılar.

Oysa toplanılan alanın orta yerinde yalnızlığa itilmiş, AKM’ye dönüktü yüzleri.

Yılda bir kez olsun ortaklaşan tüm alanların, ülke de yaşanan Taliban aklıyla ile ilgili söyleyecekleri tek kelime olsun yok mudur?

''Ödül aldığım için sevinemiyorum. Zira AKM hala kapalı. Muammer Karaca tiyatrosu 5 yıldızlı bir otele çevrilmek isteniyor. Başbakan istedi diye heykeller yıkılıyor. Sanatçılara saldırılıyor'' diye haykıran Genco Erkal ustaya da kulak tıkanıyor.

Ne hazin!

İş işten geçmiş, kara akıl vinçleriyle iş makineleriyle heykeli abluka altına almış, kesim başlamış birkaç ‘liberal aydın’ ortaya çıkıp, ‘durdurulmalı’ diye bildiri yayımlıyorlar.

Aklı olan sormaz mı ‘daha önce neredeydiniz, sanatçılar İstanbul’da Kars’ta yıkıma set olmaya çalışırken neden sesiniz soluğunuz çıkmadı’ diye.

Yaranmanın böylesine can kurban!

Bilmeyene-anlamak istemeyene-işine gelmeyene-suskun kalıp boyun kıranlara bir kez daha söyleyelim, Kars’ta anıta yapılan saldırı, 21. yüzyıl için yüz karasıdır.

Şimdi de ‘çılgın proje’ alkış yağmuruna tutuluyor.

Yandaşlar, dönekler, rant avcıları bir koro halinde iştah kabartıyorlar!

Gazetelerinde, televizyonlarında kurmaca bir geleceğin pembe tabloları üstüne hesaplar yapılıyor.

Söz konusu bölgeye arazi mafyası çoktan çöreklenmiş durumda!

Birilerinin salyaları akıyor.

Hiç kimse, Mimar ve Mühendis Odaları Birliği’nin, çevrecilerin haykırdıkları gerçekleri duymak-anlamak istemiyor!

Utanmazlığın-cahilliğin-geriliğin böylesi az görülür.

Bir kez daha ‘bu ülke, bu toplum bütün bunları ne kadar hak ediyor’ diye soruyorum kendime.

Öfkem büyüyor.

Bir Taliban akla esir düşmek, tam da bu olsa gerek.

oaydinoaydin@gmail.com