29 Kasım 2010 Pazartesi

Suç işliyorsunuz…

Değerli okur,

Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosunun yıkım süreci ile Atatürk Kültür Merkezini kapatma- yıkma-onarma süreçleri birbirleriyle örtüşen süreçlerdir.

Aşağıda paylaştığım belge, satır araları incelendiğinde AKM olayının dününü ve bugününü ortaya çıkarmaktadır.

Okuyacağınız suç duyusu metninin içeriği, sanat örgütlerince 22.7.2010 tarihinde AKM önünde yapılan bir basın açıklaması ile tüm alanlarla, basınla paylaşılmıştı.

Aynı gün öğleden sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na verilen dilekçemiz şu ana kadar işleme konulmadı.

Bu ülkede yaşayan ve “kanun önünde eşitlik ilkesine” inanmak isteyen yurttaşlar olarak, Başsavcılığın suç duyurumuza bir yanıt vermemiş olmamasını sizlerin de değerlendirmelerine sunuyorum.

AKM ile ilgili hemen her gün yeni bir hayalet haber ortalıkta dolaşır oldu. Kültür Bakanı başka, 2010 Ajansı başka, Başbakan başka açıklamalar yapıyor.

Yine AKP yandaşı kalemşorlar sayesinde ise ortalık kirli bilgiden geçilmiyor

Ancak, söz konusu kurumlar ve bireyler AKM için verilmiş yargı kararını dikkate alma gereği duymuyor, yokmuş gibi davranıyorlar.

Yanlış okumadınız, sorumlular yargı kararlarını dinlemiyor-uygulamıyorlar, basın işine geldiği davranıp bilgileri karartmaya çalışıyor.

Böylelikle insanlık aptal yerine konup, birlikte suç işleniyor.

Başbakan’ın AKM konusundaki düşüncelerini de bilen biri olarak, yıkıma karşı yapabileceklerimizin yasal çerçevelerde seyredeceğinden, gerekli tüm demokratik haklarımızı sonuna kadar kullanacağımızdan kimsenin şüphesi olmamalı.

Bu mücadele tüm hukuk yollarını tüketene kadar sürecektir, yeter ki önce iç hukuk işletilsin.

Ancak, benim ülkemde hiç ama hiç bir kıymeti olmayan “hukuk herkes içindir, günü gelir size de gerekir” güzellemesi, yaşadığımız süreçte tüm değerini yitirmiş durumdadır!

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının, üstünden 4 ay geçmesine karşın işleme koymadığı suç duyurusu metnimiz şöyledir.

İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA

MÜŞTEKİ: Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası
SANIKLAR: 1-Kültür ve Turizm Bakanlığı Yetkilileri
2-İstanbul 2010 Avrupa Kültür Ajansı Yetkilileri
SUÇ: 2863 sayılı Yasa ile 5706 sayılı Yasaya aykırılık ve Görevi ihmal.

AÇIKLAMALAR: Atatürk Kültür Merkezi, Haziran 2008 tarihinden itibaren yaklaşık iki yılı aşkın bir süredir “tadilat yapılacağı” gerekçesiyle kapalı bulunmaktadır.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bu nedenle sanat faaliyetlerine ara verdirilmiştir.
Bu süreçte, kentsel sit alanında kalan ve 1. grup tescilli bina olan Atatürk Kültür Merkezi’nin 2863 sayılı yasa, yönetmelik, yönerge, ilke kararları ve kararların devamlılığı ilkelerine aykırı olarak 24.12.2008 gün ve 2268 sayılı kararla Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylanan projenin iptal edilmesi amacıyla Kültür Sanat Sen tarafından açılan davada; İstanbul 9. İdare Mahkemesi bilirkişi incelemesi sonucunda Atatürk Kültür Merkezinin yıkım ve tadilat çalışmalarını yasaya ve mevzuata aykırı bularak iptal etmiştir.
Bu süre içerisinde yapılan tadilat ve onarım çalışmaları sonucunda Atatürk Kültür Merkezi tahrip olmuş ve kullanılamaz durumda bırakılmıştır.
Bunun sonucu olarak söz konusu yerde sanat çalışmaları icra edilemez hale gelmiş ve sanat çalışmalarının yapılması için İstanbul’un çeşitli yerlerinde kiralık mekânlar tutularak ayrıca kamu zarara uğratılmıştır.
Bunun yanı sıra Atatürk Kültür Merkezi’nin kapalı olması nedeniyle İstanbul halkı Opera, Bale, Tiyatro, Koro, Topluluklar ve Orkestra temsillerinden yoksun kalmıştır.
2863 sayılı yasanın 10. Maddesi gereği Kültür ve Turizm Bakanlığı bizzat kendi idaresinde olan tescilli yapının korunmasına ilişkin tedbirleri almakla sorumlu olduğundan yapılan onarım işinde denetim görevini yerine getirmemiş ve yasa hükümlerini ihlal etmiştir.
Atatürk Kültür Merkezi tadilatı ile ilgili anılan iptal kararından sonra Bakanlık tarafından söz konusu projenin revize edildiği yapının tamiri ve tadilatı için yeni projelerin hazırlanarak Bakanlıkça onaylandığı ve 05.05.2010 tarihinde İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansına gönderildiği bilinmektedir. Ancak ajans süresinin 31.12.2010 tarihinde sona ereceğini belirterek bu bahane ile tadilat için gerekli olan ödeneği sağlamamakta ve henüz görev süresi dolmamasına rağmen bu yasal sorumluluğu yerine getirmemektedir.

Tahrip olmuş ve kullanılamaz hale gelmiş olan Atatürk Kültür Merkezi’nin koruma ilkelerine uygun olarak onarımının bir an önce yapılıp, kültür ve sanat etkinlikleriyle İstanbul halkının hizmetine açılması gerekmektedir.
Halen yürürlükte olan yasal düzenlemelere göre bu onarım için kaynak aktarmakla görevlendirilmiş olan bir tüzel kişiliğin kaynak aktarmamasının yasal bir dayanağının olması gerekir.
Henüz yasal süresi dolmadan Ajansın bunu ileri sürerek bu görevi yerine getirmekten kaçınması keyfi bir karardır.
1-/ 2863 sayılı Yasanın 10. maddesinin “Her kimin mülkiyetinde veya idaresinde olursa olsun, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almak, aldırmak ve bunların her türlü denetimini yapmak (Ek ibare: 5226 – 14.7.2004. / m.4)” veya kamu kurum ve kuruluşları ile belediyeler ve valiliklere yaptırmak” Kültür ve Turizm Bakanlığına aittir.” hükmü ve 4848 sayılı Kanunun 2. maddesi ile Bakanlığa verilen tarihi ve kültürel varlıkların korunması ve denetimi görevi yerine getirilmeyerek Bakanlığın idaresinde olan tescilli Atatürk Kültür Merkezi binası yapılan onarım işlemi ile tahrip olmuştur.
Öte yandan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı; 5706 sayılı İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Hakkında Kanun’un 44 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki özel hesaptan; İstanbul İl Özel İdaresi bütçesinden, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi bütçesinden, Başbakanlık Tanıtma Fonundan ve Koordinasyon Kurulu tarafından kararlaştırılacak miktarda bu Kanunun 12 nci maddesi uyarınca açılan özel hesaptan aktarılacak ödenekler, her yıl Ocak ayı sonuna kadar Kültür ve Turizm Bakanlığı adına bir ulusal bankada açılacak özel hesaba bu Kanun kapsamında harcanmak üzere yatırılır. Bakanlık bu hesaptan aşağıdaki işleri yaptırır:
a) İstanbul ili Beyoğlu ilçesi Gümüşsuyu Mahallesi 750 ada 104 parseldeki Atatürk Kültür Merkezi’nin bulunduğu bu parsel ile İstanbul Büyük Şehir Belediyesine ait 105 numaralı parsel ve eklenebilecek diğer belediye ve Hazine arazilerinden oluşacak alanda yeni Atatürk Kültür Merkezi binalarının ve müştemilatının Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu kararı ve görüşleri doğrultusunda projesi ve inşaatının yapım işleri.
b) İstanbul ili Eyüp ilçesi 268 ada 17 parseldeki Rami Kışlası olarak kullanılan alanda, İstanbul Kütüphanesi ve Kültür Merkezi binalarının ve müştemilatının röleve, yenileme ve her türlü projesi ile inşaatının yapım işleri.
c) İstanbul ili Şişli ilçesi Ayazağa Mahallesi 3 pafta 2 ada 38 parselde mevcut kültür merkezi inşaatının her türlü proje ve yapım işleri.
(2) Bu maddenin uyarlanmasına ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığınca belirlenir.”
Hükmüne göre Bakanlık, Atatürk Kültür Merkezi’nin onarım işini yapmakla sorumlu tutulmuştur. Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, bu onarım işi koruma mevzuatına aykırı olarak yapılmış ve tescilli yapı tahrip olmuştur. Bizzat kendi idaresinde olan tescilli yapının korunmasına ilişkin tedbirleri almaktan sorumlu olan Kültür ve Turizm Bakanlığı bu Kanun kapsamında yapılan onarım işinde denetim görevini yerine getirmemiş ve anılan Yasa hükümlerini ihlal etmiştir.
2-/ Yukarıda anılan iptal kararından sonra, söz konusu projelerin revize edildiği, yapının tamiri ve tadilatı için yeni projelerin hazırlanarak Bakanlıkça onaylandığı ve 05.05.2010 tarihinde İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’na gönderildiği Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ekli yazısıyla öğrenilmiştir. (EK 2: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü’nün 25.06.2010 tarih 135138 sayılı yazısı)
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, 5706 sayılı Kanunun yukarıda anılan 11. madde hükmüne göre yeni projenin uygulanması için kaynak aktarma görevi bulunmasına karşın, 29.06.2010 tarih ve 253-762 sayılı yazılarından da anlaşılacağı üzere, (EK 3) Ajansın süresinin 31.12.2010 tarihinde sona ereceği belirtilerek bu görevi yerine getirmeyi ihmal etmektedir.
Oysa anılan Yasa hükmüne göre; proje ve uygulama giderlerinin karşılanması yani AKM’ nin onarımı ve gerekli olan ödeneğin sağlanması İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın sorumluluğundadır. Ancak Ajans henüz görev süresi dolmadığı halde, yasayla kendisine verilmiş olan bu görevi yerine getirmemektedir.
Yukarıda da belirtildiği üzere, tahrip olmuş ve kullanılamaz vaziyette olan Atatürk Kültür Merkezi’nin koruma ilkelerine uygun olarak onarımının bir an önce yapılıp, kültür ve sanat etkinlikleriyle İstanbul halkının hizmetine kavuşması gerekmektedir. Halen yürürlükte olan yasal düzenlemelere göre bu onarım için kaynak aktarmakla görevlendirilmiş olan bir tüzel kişiliğin kaynak aktarmamasının yasal bir dayanağının olması gerekir. Ancak henüz yasal süresi dolmadan Ajansın bunu ileri sürerek bu görevi yerine getirmekten kaçınması keyfi bir karardır.
Bu nedenle sanıklar hakkında TCK’nin 257. maddesine göre kamu davası açılmasını talep etmek zorunlu olmuştur.

SONUÇ ve İSTEM : Yukarıda izah etmeye çalıştığımız ve resen gözetilecek nedenlerle sanıkların eylemlerine uyan yasa hükümlerine göre cezalandırılmaları için haklarında kamu davası açılmasına karar verilmesini saygılarımızla arz ve talep ederiz.22.07.2010
Eyüp MUHÇU-Yavuz DEMİRKAYA-Orhan AYDIN

AKP’nin Yargı üstünde tahakküm kurarak, istediği gibi yönlendirdiği gerçeğini en iyi örnekleyenlerden biri de bu suç duyusunun İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından işleme konmamasıdır.

Sayın savcıya birileri ‘direktif mi’ vermiştir? Bilmek istiyoruz.

Görevlerini yapmayan yargı üyeleri hakkında karar verecek tek kurumun Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu olduğunu biliyoruz.

Söz konusu Kurulun bu durumla ilgili bir bilgisi var mıdır? Bilmek istiyoruz.
Daha ne kadar beklenecektir?

AKM bir hayalet binaya dönüştürülmüş, adeta kentin kalbi sökülüp alınmıştır.

Yoksa Haydarpaşa’nın göz göre göre yangına kurban edilmesi gibi, günü geldiğinde AKM de kurban mı edilecektir?


oaydinoaydin@gmail.com

21 Kasım 2010 Pazar

Hodri meydan…

Fazla değil iki yıl önce sokaklara döküldük.

“Sahnelerimiz yıkılamaz” diye ardı ardına eylemler gerçekleştirdik; TV ve yazılı basınla olup bitenleri paylaşarak, AKM ve Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnelerinin önünde seslerimizi ortaklaştırdık.

‘Yıkılamaz’ dediğimiz sahnelerden Muhsin Ertuğrul’un üstünden AKP’ nin dozerleri geçti.

O gün oradaydık.

Bedri Baykam ile birlikte, şimdilerde ‘düşmüş’ sanat yönetmeni Orhan Alkaya efendinin apar-topar terk ettiği odasından, iş makinelerinin tiyatronun üstüne üstüne sürülüşünü belgeledik.

Cinayete tanıklık ettik.

Ortada kimsecikler kalmamıştı. Alana giriş yasaklanmış, bölge de adeta terör estiriliyordu. Yayalara bile yol verilmiyor, yıkımı izlemek isteyen yurttaşlar, korumalar tarafından sokak ortasında sorgulanıyor, haber yapmak isteyen TV muhabirleri tartaklanıyor, geceleri inşaat alanı köpekli-polis desteği ile koruma altında tutuluyordu.

Tüm yıkım boyunca alanı izlemeye aldık.

TOMEB İstanbul Şube Başkanı Orhan Kurtuldu ve Kültür Sanat Sendikasından dostlarla yaşadığımız tanıklıklar, bir akıl tutulması örneği gibiydi.

Kentin en önemli alanlarından birinde, yine kentin en eski tiyatro salonu rant uğruna kurban ediliyordu; ve ne o tiyatroyu yıllarca dolduran seyirciler ne de o sahnede yıllardır seyircileriyle buluşan oyuncular ortada yoktu.

Tiyatro’nun önündeki heykele kepçeler hücum ederken, yüreğim ağlamıştı.

Hep sormuşumdur kendime, ‘dünyanın hangi çağdaş ülkesinde böyle bir düşmanlık olabilir ve hangi ülkenin sanatçıları bu tür bir duruma seyirci kalır?’ diye.

Yanıtı ortada.

Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkımı bir kanunsuzluk örneği olarak tarihteki yerini aldı.

İstanbul Cumhuriyet Savcılığı görevini yapmamış “yürütmeyi durdurma” kararını uygulamamıştı.

AKP’nin apar-topar hayata geçirdiği Kongre Merkezi düşü kısa zamanda gerçekleşti!

Şimdi bir zamanlar o yamaçta sülün gibi süzülüp duran Muhsin Ertuğrul sahnesinin yerinden beton bir çirkinlik yükseliyor.

Her gün önündeki dehlizden yüzlerce araç geçiyor.

Bu satırların okurları anımsayacaklardır; geçen yıl sahnenin açılışında nutuklar çekilmişti.

Orhan Kurtuldu, Orhan Aydın, Bedri Baykam gibi sanatçılar ile Mimarlar Odası adına Başkan Eyüp Muhcu, bizzat Başbakan tarafından “yıkıma, yeniliğe, çağdaşlığa karşı çıkanlar” olarak duyuruldu. Gösterimi yapılan videolarda konuşmalarımız, kurgulanmış biçimde ‘bir düşmanlık örneği’ diye sunuldu.

Yandaş basın, resimlerimizi yayınlayıp, söylediklerimizi çarpıtıp-bölüp-kesip haber yaparak, ‘düşmanlık örneğine’ bol bol katkı sundular.

Ülke halkı yine sustu.

Açılışta, salonu dolduran ‘yandaş’ sanatçılardan alkışlar koptu.

Sahneden Başbakana teşekkürler yağdıran, Belediye başkanını ele-avuca sığdıramayan bu beylerin ve hanımların adları, ‘belgeli’ bir biçimde tarihe kaldı.

Salon, açılışından iki ay sonra Şehir Tiyatrolarına verildi. Üstünden tam bir yıl geçti.

Gelin görün ki güneş balçıkla sıvanmıyor.

Olup-bitenler unutuldu sanılıyorsa, devlet bağırınca susulacak sanılıyorsa yanılıyorlar. İki yıl önce söylediğimiz her şeyin arkasında olduğumuzun bir kez daha bilinmesinde yarar var.

Bizlerin yıkım öncesi dillendirdiği tüm sorular, halen yanıtsız biçimde ortada duruyor.

Ayrıca, yapılan bina ile ilgili öngördüğümüz ve tüm teknik donanıma yönelik sıraladıklarımız, tek tek gerçeğe büründü!

Bu gerçekleri başlıklar halinde sıralarsak, ne olup bittiğine, binanın ‘yangından mal kaçırır gibi’ apar-topar yıkılıp yerine bu beton yığınının neden yapıldığına, AKP rantının dayanılmaz çekiciliğine ve salonun tiyatro için uygun tasarlanmış olup olmadığına dair sizlerin karar vermesi daha kolay olacaktır.

*Tiyatro binası olarak öngörülen bu yapının mimarı projesi kime aittir? Bu mimar, ülkemizde ya da dünyanın herhangi bir ülkesinde daha önce hangi tiyatro binasını tasarlamış-uygulamıştır?

*Yapılan bina kimin malıdır?

*Eğer bina Şehir Tiyatrolarına kira karşılığı verildiyse, bunun için İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin kasasından ayda kaç lira ve hangi şirkete ödenmektedir?

*Bir tiyatro salonunda olmazsa olmaz ‘kedi yolları’ dediğimiz ışık düzeneklerine ulaşma alanları işlevsel midir?

*Işık rampaları sahneyi görecek biçimde mi düzenlenmiştir?

*Ses sistemi kaç kez ‘müdahale’ gördü ve görmeye devam etmektedir?

*Açılışta bile zevatın başına bela olan ‘bar sistemi’ sağlıklı çalışır durumda mıdır?

*Döner sahne kullanılabiliyor mu?

*Her yağmur yağışında salon kaç yerinden akıtıyor?

*Salonun seyirci giriş-çıkış kapısı standartlara uygun mudur?

*Salonda seyircinin sahneyi ‘görüş açıları’ doğru mu tasarlanmıştır?

*Salon, Şehir Tiyatrolarının yıkılan sahnesi gibi ‘merkez’ olabilecek konumda mıdır?

*Kulisler, prova-kostüm-makyaj-aksesuar ve yönetim odaları yeterli midir?

*Fuaye yeterli midir?

*O tiyatro aynı anda kaç oyunun dekor-kostüm ve aksesuarlarını barındırabilir?

*Yangın ve benzeri önlemler için bina güvenlikli midir?

*Salon ayda kaç kez Şehir Tiyatroları oyunları için kullanılmaktadır?

*Salonun asıl sahibi Şirket, keyfi biçiminde yandaş derneklere-kuruluşlara-partiye salonu ‘tahsis’ ederken, Şehir Tiyatroları yönetimine danışmakta mıdır?

Bu soruların yanıtlarını verecek kaç kişi var? Merak ediyorum.

Geçtik AKP kurmaylarını ve yıkıma imza atan ‘düşürülmüş’ sanat yönetmenini; o gün orada alkışa durup el-etek öpenler, basında bizleri başbakanın küfürbaz ağzıyla karalamaya çalışanlar ne kadar utanıyorlardır dersiniz?

Utanma eşiği çoktan atlandı diyebilirsiniz.

Ancak, ben bir süre daha bekleyeceğim ve eğer bu sorulara yanıtlar oluşmazsa; savlarımın tamamını resimlerle-filmlerle, uygulanmış projenin ‘temel hatalarını’ bilirkişilerle kanıtlayacak, sonra da hem inşaat firması, hem yıkıma imza atan hanımlar-beyler ve Belediye başkanı hakkında, “kamu malına bilerek ve isteyerek zarar verme” suçlamasıyla dava açacağım.

Hodri meydan.

oaydinoaydin@gmail.com

15 Kasım 2010 Pazartesi

Ne istiyoruz…

Geçen hafta yayımlanan, ‘Gönüllü kölelik’ yazısı için birçok meslektaşımdan ileti aldım.

Bir kez daha yineleyelim, duymayan dostlar da duysun.

Yürürlükte olan 12 Eylül Anayasasına göre, tiyatro alanında bir sendika kurma hakkımız yok.

Bir anayasal değişiklik yapılmadığı sürece kurulacak her sendikal yapılaşma, daha ilk gününde ‘düşmüş’ olacaktır.

12 Eylül’den bugüne hükümetlerin gündemine girmeyen sorunumuz için, bugün de yapılan hiçbir şey yok.

Süreci birlikte yaşadık. Olup-bitenlerin hepsi yakın tarihlerde gerçekleşti.

Hemen her konuda mangalda kül bırakmayan Kültür Bakanlığı’nın, sanat alanlarını giderek tiyatromuzu özgür-eşit kılacak, uluslararası anlamda gelişip değişmesine katkı sunacak, alan çalışanlarının özlük hakları konusunda çabalar ortaya koyacak bir tek girişimi bile olmamıştır.

Bakanlık temsilcileri, geçen yılın sonunda, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen toplantılarda koro halinde, “kurun birliğinizi sizi muhatap alalım” diye ünlediler.

Bizler de, “hangi birlik, ne için, ne işe yarayacak, dünyada bu sistem terk edileli yıllar oluyor, imzalanan AB anlaşmalarında, alan örgütlenmelerinin sendika olması gerektiği konusunda önermeler var, neden o önermeler dikkate alınmıyor, birlik dediğiniz bir oda mıdır, dernek midir, nedir bu sihirli yapılanma?” diye sormuştuk. Yanıt tek cümleydi, “Telif haklarını başka türlü çözemeyiz.”

Sanki ülkedeki sanat alanlarının tek sorunu buydu.

Bakan bey baktı ki alanlara önerdiği yapılaşma kabul görmüyor, birtakım yandaşlarını makam odasında ağırlayarak, ‘meslek birliği’ kurulması için karar aldırttı.

Bilinen birlik, bir aylık bir zaman diliminde kuruldu, genel kurulunu yaptı, yönetimini seçti, sonra ne oldu?

Fıssss.

O gün bu gündür ses-seda yok.

Zaten ses çıkarma olanağı da yok.

Ama AKP bir adım atmış oldu ya, sen ona bak!

Bu çalışmaya ön-ayak olan arkadaşlar, nasıl tuşa getirildiklerini gün gelir anlayacaklardır diye umalım.

Peki, bu süreçte parlamentodaki muhalefet partileri ne yaptılar?

Onlar zaten hep seyirci idiler, yine öyle oldular.

Bizler, alan olarak ne yaptık peki?

Bizler de seyrettik.

“Umut fakirin ekmeği ye Mehmet ye”

Bu seyrin içinde ‘güven’ duygusu vardı, ‘samimiyet’ duygusu vardı, ‘inanma’ duygusu vardı!

Bunun için kürsülerden nutuklar çekildi, insanlar bir takım ‘ulvi istekler’ için birleşmeye çağrıldı.

Peki, şimdi gelinen yerde, ‘aldatılma-kandırılma-hiçleme’ asıl kimin niyetiymiş anlayabildik mi?

AKP girişimlerini ve alandaki çatlak seslerini ötelediğimizde, tiyatro ve oyunculuk alanında örgütlenmiş temel yapılaşmaları anımsamakta yarar var.

TO-MEB (Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği)
TO-DER (Tiyatro Oyuncuları Derneği)
KÜLTÜR SANAT-SEN (Kültür ve Sanat Emekçileri Sendikası-KESK)
SİNE-SEN (Sinema Emekçileri Sendikası-DİSK)
İŞTİSAN (İstanbul Şehir Tiyatroları Sanatçıları Derneği)
TOBAV(Devlet Tiyatrosu, Opera ve Balesi çalışanları Yardımlaşma Vakfı)

Ayrıca Sinema oyuculuğu, yazarlığı ve yönetmenliği alanında örgütlenmiş, üyelerinin büyükçe çoğunluğu tiyatroculardan oluşan ve alanlarında yaptıklarıyla öne çıkmış derneklerimiz de var.

ÇASOD (Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği)
SODER (Sinema Oyuncuları Derneği)
YÖN-DER (Yönetmenler Derneği)
SEN-DER (Senaryo Yazarları Derneği )

Ve bütün bu yapılaşmaların çatısı olarak, yasa teklifi bile hazırlatan, ÖZERK SANAT KONSEYİ.

Görüldüğü gibi meydan boş değil. Dostlarımız, hak ve özgürlükleri için olması gereken örgütlenmeleri çoktan hayata katmış durumdalar.

İşte AKP’nin ve yandaşlarının görmek istemediği, tam da bu olsa gerek.

Anlaşıldığı üzere, kendisi gibi düşünmeyen-kendinden olmayan insanların oluşturdukları örgütlenmeler, bu zevat için ‘tehlikeli yapılar’!

Bu durumu böyle tanımlamak, birileri için ‘ayrımcılık’ yaftası yapıştırmaya neden oluyormuş!

Varsın öyle olsun.

Ayrımcılığın ne olduğunu ve alanda kimlerin ayrımcılık düşleri kurduğunu, kimlerin ‘yarılma’ oluşturarak yeni gedikler açarak örgütlenme iradesinin önüne dikildiğini, bunun için deyim yerindeyse, bütün arpalıklarını sonuna kadar açtığını bilmeyen yok!

Savım şudur ki sevgili kardeşlerim, eğer yeni bir SENDİKA örgütlenmesi ortaya çıksın, alanımızın ortak sesi ve soluğu olarak sistemle hesaplaşan bir çizgide özgürlük ve eşitlik kavgası vererek haklarımızı talep etsin ve de bunlar için sonuna kadar mücadele etsin diyorsak, bu yapılaşma yukarıda adlarını sıraladığım örgütlenmelerin katılımı olmaksızın olası değildir.

Ülkenin içinden geçtiği kırılma hattı büyüdü ve çatlak hepimizi yutacak bir derinliğe ulaştı.

Bu hattın üstünde, emekçi halkla çıkarlarını ve gelecek mücadelesini birlikte örmeyen bir sanat örgütlenmesinin şimdiden çatlağın ta dibine yuvarlanacağı öngörümü ise tartışmaya açarak; sendika kurma isteğimizin yolunun da, eşitlikçi-özgürlükçü-toplumcu bir Anayasa mücadelesinden geçtiğini, hiç unutmayalım isterim.

oaydinoaydin@gmail.com

8 Kasım 2010 Pazartesi

Gönüllü kölelik…

Özel tiyatro alanındaki yaratıcılar, tüm olanaklarını zorlayarak yeni bir oyun oluşturmak için geceli-gündüzlü çalışıyorlar.

Ancak, gelin görün ki yeni bir oyun üretmek, artık çok pahalı.

Bugün profesyonel bir tiyatronun, telif-dekor-kostüm-aksesuar,-oyuncu –çalışan ve mekân kiraları alt alta toplandığında, bu işi yapıyor olmak gerçekten akıl kârı olmasa gerek.

Tiyatroların içlerinde bankalara, faizcilere ve salon sahiplerine borçlu olanların sayısı azımsanmayacak kadar çok.

Devletin tüm tiyatroları sıkboğaz ettiği, sigorta, stopaj gibi benzeri vergi ödentileri ise giderlerin içindeki en büyük kalemler.

Bildiğimiz birçok tiyatronun, devlete olan borçları öylesine büyük rakamlar ki şaşarsınız.

Sanırsınız her bir tiyatro, ithalat ve ihracat yapan birer holding!

Bugün AST’ın belini büken en büyük yük, vergi borcudur.

Artık yalnızca tiyatro tarihimizin kahverengi sayfalarında kalan; Gönül Ülkü –Gazanfer Özcan Tiyatrosu, Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları, Ankara Birlik Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu için de bu böyleydi.

Birçok tiyatro ustası, devlete olan borçların kıskancında ürettiler ve öylece yitip gittiler.

2010-2011 tiyatro sezonunda perde diyen ya da demeye hazırlanan hangi tiyatrolar borçsuz acaba?

Bir elin iki parmağını geçmeyecektir.

Bu kıskaç, Devlet’in sanat alanına nasıl yaklaştığının en önemli belirtisi olsa gerek.

Neresinden bakarsınız bakın, hiçbir ülkede göremediğimiz ‘devlete karşı mali yükümlülükler’ bunun en temel belirtisidir.

Geçmişte polis-asker gibi devlet kurumlarının baskısı altında inletilen tiyatrolar şimdilerde, sistemin ‘hizmet kurumları’ olan belediyeler aracılığıyla baskı altındalar. Elektrik-su-doğalgaz gibi bir tiyatroda ‘olamazsa olmaz’ olan hizmet bedellerinden alınan ücretler de can yakıcı.

Oysa çağdaş devletler, sanat hizmeti veren bir yapının bu tür giderlerinin bir kısmını ‘kamu adına karşılar’.

Tiyatroların ‘devlete olan borçları’ bahsi açılınca, sormak istediğim birkaç soru var.

Bakanlık bu yılki “destek başvuruları” için, “vergi borçlarının yapılandırılmış olmasını ve sigorta ödentilerinin sıfırlanmış olmasını” şart koşmuştu.

Acaba ne oldu? Başvuruyu gerçekleştiren tiyatroların kaç tanesi bu koşulları yerine getirebildi?

Yoksa tüm tiyatrolar o bildik Türk aklına mı sığındılar?

Yani, insanların sigorta girişlerini yapıp, ilerideki ödentileri ‘Allaha havale’ yöntemi mi kullandılar?

Bilemiyoruz.

Belki de yasalarda en açık olan yönteme başvurup, “ kişilerin sigorta ödemeleri kendilerine aittir” maddesini içeren sözleşmeler düzenlediler!

Bakanlık şartlarından biri de; “destek verilen oyunun en az 25 gösterim yapmış olması ve bunun belgelenmesi”.

Bunu da yerine getiren kaç tiyatro var? Merak ediyorum.

Doğru oturup doğru konuşalım. Belki gerçekliğimize bir yanıt oluşturur.

Oyun ilan edip oynamadan ‘oynandı’ göstermek, salon sahiplerinden ‘oynandı belgesi’ almak, organizatörlerden benzeri belgeyi talep etmek, yine ‘oynandı’ gibi gösterip fatura keserek işten kurtulmaya çalışmak, bilinen en açık düzenbazlık yöntemleri.

Bütün bunları geçtik diyelim. Yani, bu her şeyi ile sakat sistemin içinde tutunabilmek için, sakat işler yapıyor olmayı bir an için hoş gördük diyelim. Peki, bu gün hangi profesyonel tiyatro, çalışanların haklarını düzenli biçimde ödeyebilmektedir?

Benim bilebildiğim üç ya da dört.

Devlet desteği için başvuran kaç tiyatro var peki?

Yine benim bildiğim 220.

Nasıl oluyor bu?

Evet, nasıl oluyor da Devlet kendi alacaklarını ‘kayıtlı-belgeli’ bir sisteme bağlamaya çalışırken, tiyatro çalışanlarının, oyuncularının haklarının verilip-verilmediğini sorgulamıyor?

Destek ödentileri, tiyatroların üretecekleri projelere verildiği için, o projelerin içinde oyuncu ve çalışanların konumları sıradan-basit-önemsiz hatta gereksiz olsa gerek!

Peki, o ödentilerden tiyatro sahipleri tarafından, tiyatro oyuncularına-çalışanlarına herhangi bir rakam aktarılıyor mu?

Hayır. Bizim bildiğimiz böyle bir örnekleme yok. Olsa da devede kulak!

Hep borçlu olan tiyatro patronu veya şirketi, paranın daha ‘ilk dilimi’ çıkar çıkmaz ‘ağlamaya’ başlar!

Gelen toplam eder de, haydan gelip, huya gitmiş olur!

Son yıllarda, provalar sırasında oyunculara ve çalışanlara ücret de ödenmez oldu.

Bu insanlar ne yer ne içer, ne okur, nerde barınır, nasıl yaşar, ne ile tiyatroya gelip-gider? Bilinmez.

Hiçbir hak-hukuk geçerli değildir. Ortada bir sözleşme filan da yoktur. Olsa ne yazar! Her oyuncunun ya da çalışanın mutlak bir alternatifi vardır.

Ülkemizdeki özel tiyatro çalışanları için, hem gönüllü hem de sonuna kadar zorunlu tiyatro köleliği bu olsa gerek.

İşte bu kölelik, alanımızda kırılıp-parçalanması gereken asıl durumdur.

Buradan çıkışın tek adı vardır; o da örgütlenerek sisteme karşı koyuştur.

Uzunca zamandır bunun nasıl olması gerektiği konusunda ortada birçok fikir uçuşmaktadır.

AB şartlarına göre alana kostüm biçmeye çalışanlardan, sisteme eklenmiş yapılaşmalar önerenlerden, birlik-oda-dernek-sendika tartışmalarından nerdeyse yüz çiçek açmış durumda.

Ancak gelişip, rayına giren ortak bir kavrayış yok.

Oysa hepimizin bilmesi gereken temel gerçekliğimiz, tüm çıplaklığı ile karşımızda duruyor.

Bu gerçeklik, var olan Anayasada tiyatronun bir ‘meslek’ olarak kabul edilmiş olmamasıdır.

Anayasada tiyatro, “genelev çalışanları, gazino-bar-pavyon ve büro işçileri” ile aynı statüde tanımlanmaktadır.

Bu utanç, Anayasaya hükmedip kendi çıkarları için eğip bükenler kadar, bizim de utancımız değil midir?

Kimse bu sözcükleri, ayrımcılık olarak algılamamalıdır.

Bu sorun, her şeyiyle çürümüş-dibe vurmuş ve ele geçirilmiş bir sistemde, bedenini satarak yaşamlarını sürdürenlere saygı duymanın çok daha ötesinde bir sorundur.

Bu lekeyi silip atmak için yapılması gereken ise; sürdürülen siyasal kavganın içinde kendimize yer açıp, alnı açık bir biçimde ortaya çıkmaktır.

Hakları gasp edilmiş tüm çalışanlardan hiçbir farkımız olmadığı, kavganın da birlikte olunca sonuç alınabileceğini saptamakta yarar vardır.

Tiyatromuz, hiç olmazsa şu günlerde yani tüm sendikal hakların budandığı şu kanlı zamanda, elini seyircisine uzatmayı, emekçilerle yan yana gelmeyi aklına yazmalıdır.

Yoksa ülkeyi kuşatan gericilik, sahnelerimizin de karartılması için fırsat kollamaktadır.

Çözüm önerirken, Türkiye tiyatrosunun geçmiş yıllarına altın damgasını vuran Tİ-SAN örgütlenmesini yeniden konuşmak, ufkumuzu zenginleştirecektir.

Bu pratiği bilen-yaşayan-kavgasını veren meslektaşlarımızın, ustalarımızın bir bölümü halen yaşıyorlar.

Dillere destan AST grevini Salih Kalyon Usta kaleme alıyor, Ersan Uysal ağabeyimizin deneyimlerini paylaşmak önümüzü açar, Çetin Öner ve daha birçok usta o pratiğin en önemli tanıkları ve kavga verenleri.

Yaşamın içinden sıyrılıp gelmesi gereken örgütlenmenin, olmazsa olmazlarını tartışıp-geliştirmeden, elmalarla armutları aynı sepetin içine koyarak yola çıkarsak, o sepet şimdiden çürümeye yüz tutuyor demektir!

Önümüzdeki haftalarda bu tartışmaların daha da yoğunlaşacağı, alandaki dostların düşüncelerini yüksek sesle söyleyeceği yeni bir süreç yaşayacağımızı umuyorum.

Hepimiz biliyoruz ki, mesleğimizin geleceği, dün olduğu gibi bu gün de hiçbir sistem bekçisinin kara emellerine bırakılmayacak kadar değerlidir.

oaydinoaydin@gmail.com.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Sus…

*Fransa’da 12-16 yaş grubu gençler, “emeklilik yaşının 60’tan 62’ye çıkarılması geleceklerimizi elimizden alıyor” diyerek sokağa, eyleme taştılar. Günlerdir direniş büyüyerek sürüyor.

Benim ülkemde halk suskun.

*KCK davasında sanık sıfatıyla yargılan belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, parti üyeleri ve belediye çalışanları için hazırlanan iddianamede, “Hasankeyf’in sular altında kalmaması için uluslararası çevre örgütleri ile birlikte mücadele yürüttüler” suçlaması yapıldı.

Halk suskun.

*Başbakan, İkizdere Vadisi’nin Trabzon Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca korunma altına alınmasına, “Şimdiye kadar nerdeydiniz diye sormazlar mı adama, Çevre Bakanlığı bünyesinde koruma kurulu oluşturarak bu meseleyi halledeceğiz” dedi.

Halk suskun.

*Allianoi Antik kenti çamurlara gömüldü.

Halk suskun.

* HSYK seçimlerinde Bakanlık listesi tulum çıkardı! Böylelikle yargının AKP kumandasına geçmesinin ilk adımı başarılı oldu.

Halk suskun.

*Yargı kararlarına karşın YÖK başkanı Özcan’ın tilki aklı sayesinde, üniversitelerde türban serbest bırakıldı.

Halk suskun.

* Seçilen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üyeleri arasında 12 Eylül referandumuna ‘evet’ için çalışan isimler saptandı.

Halk suskun.

*Yıldız Teknik Üniversitesi’nde “Okullarda polisin bulunmasına ve eğitim özgürlüğüne karşı” sesini yükselten 20 devrimci öğrenci kapının önüne konuldu. Öğrencilere sınav kayıpları yaşatılarak keyfi cezalar kesildi.

Halk suskun.

*YÖK kararı ile bütün üniversitelerde polis karargâhları kurdu.

Halk suskun.

*İlkokullarda türbanlı çocuklar derslere alınmaya başlandı.

Halk suskun.

*Alevi yurttaşların “zorunlu din derslerine hayır” taleplerine hükümet kulaklarını tıkadı.

Halk suskun.

*Yağmurla birlikte İstanbul, Ankara, Bursa ve İzmit’te altyapıların yetersizliği ortalığa saçıldı, yurttaşlar yaşamlarını yitirdi.

Halk suskun

*Kadir Topbaş ulaşım ücretlerine %10 zam yaptı ve deniz otobüsleri ile vapurların ve de iskelelerin satılığa çıkartılacağını açıkladı.

Halk suskun.

*AKM Taksim Meydanının orta yerinde bir hayalet bina olarak çürümeye terk edildi. Örgütlerin, Başbakan, Kültür Bakanı ve 2010 Ajansı hakkında, İstanbul Cumhuriyet Savcılığına yaptıkları suç duyurusu, gerekçesiz bekletiliyor.

Halk suskun.

*Yazarak düşüncelerini açıklayan gazeteciler ve yazarlar cezaevlerine atılmaya devam ediliyor.

Halk suskun.

*Müzeler, ören yerleri ve kütüphanelerin özelleştirilmesi hızla gerçekleştirildi. Artık ülkedeki müzelerin bilet gişelerini yandaş bir şirket işletiyor.

Halk suskun.

*Yurttaşlık hakkı olduğu varsayılan, “herkesin eşit biçimde sanat ve sanatsal etkinliklerden yararlanma” ilkesi yok ediliyor. Devlet Opera, Bale, Tiyatro ve Senfonisi özelleştirilmek için gün sayılıyor.

Halk suskun.

*Sosyal güvenlik sistemi çöktü. Hastalar reçeteleriyle bile ilaç alamaz durumdalar.

Halk suskun.

*İzmit ve Bursa’da sendikalı olan işçiler, kapının önüne kondular. Maaşlarını alamadıkları için direnişe geçen Taşkömürü işçilerinden yetmiş tanesi işten çıkarıldı.

Halk suskun.

*Bilim adamları, çevreciler ve mimarlar tarafından “yeni bir İstanbul katliamı” olarak tanımlanan 3. köprü için start verildi.

Halk suskun.

*Kentsel üleşim projeleri ile İstanbul’da Tarlabaşı, Galata, Haydarpaşa yandaş kuruluş ve şirketlere peşkeş çekilme hazırlığında.

Halk suskun.

*Hrant’ın katili Ogün Samast, ‘taş atan çocuklar’ için çıkartılan yasadan yararlandırılıyor.

Halk suskun.

*Ergenekon diye bilenen davanın omurgasını oluşturan darbe günlüklerinin, ‘asılsız olduğu’ mahkeme kararlarıyla onanıp, dosya gönderildiği mahkemeye iade edildi.

Halk suskun.

*29 Ekim kutlamalarında İstanbul halkının 850.000 TL’sı boğazdaki havai fişek gösterisinde iç edildi.

Halk suskun.

*Yine 29 Ekim gecesi Cumhurbaşkanlığı kabul töreni, türban resmigeçidine tanıklık etti.

Halk suskun.

*Alkollü içeceklere %30 zam yapıldı.

Halk suskun.

*Domatesin pazar fiyatı 5 TL

Halk suskun.

*Uluslararası düşünce kuruluşu Legatum Institure tarafından yapılan açılmada, Dünya’nın en büyük yirmi ekonomisi içinde yer aldığı söylenen Türkiye’nin, “Refah sıralamasında 110. sırada olduğu, sosyal birlikteliğin sıfırlandığı, kişisel güvenliğin yok edildiği, devlet desteği ile işlenen suçlarda yoğun bir artış olduğu, insan hakları ve düşünce özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılmadığı” belirtildi.

Halk suskun.

*Referandum sonrası, 12 Eylül faşist darbecileri ile ilgili yapılan suç duyuruları, kabul görmedi.

Halk suskun.

*İşsizlik, yolsuzluk, yoksulluk oranları Cumhuriyet tarihinin rekor verilerine ulaştı

Halk suskun.

Ne demeli, “kabahat senin demeye de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu senin canım kardeşim”.

oaydinoaydin@gmail.com



















Sus…

*Fransa’da 12-16 yaş grubu gençler, “emeklilik yaşının 60’tan 62’ye çıkarılması geleceklerimizi elimizden alıyor” diyerek sokağa, eyleme taştılar. Günlerdir direniş büyüyerek sürüyor.

Benim ülkemde halk suskun.

*KCK davasında sanık sıfatıyla yargılan belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, parti üyeleri ve belediye çalışanları için hazırlanan iddianamede, “Hasankeyf’in sular altında kalmaması için uluslararası çevre örgütleri ile birlikte mücadele yürüttüler” suçlaması yapıldı.

Halk suskun.

*Başbakan, İkizdere Vadisi’nin Trabzon Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca korunma altına alınmasına, “Şimdiye kadar nerdeydiniz diye sormazlar mı adama, Çevre Bakanlığı bünyesinde koruma kurulu oluşturarak bu meseleyi halledeceğiz” dedi.

Halk suskun.

*Allianoi Antik kenti çamurlara gömüldü.

Halk suskun.

* HSYK seçimlerinde Bakanlık listesi tulum çıkardı! Böylelikle yargının AKP kumandasına geçmesinin ilk adımı başarılı oldu.

Halk suskun.

*Yargı kararlarına karşın YÖK başkanı Özcan’ın tilki aklı sayesinde, üniversitelerde türban serbest bırakıldı.

Halk suskun.

* Seçilen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üyeleri arasında 12 Eylül referandumuna ‘evet’ için çalışan isimler saptandı.

Halk suskun.

*Yıldız Teknik Üniversitesi’nde “Okullarda polisin bulunmasına ve eğitim özgürlüğüne karşı” sesini yükselten 20 devrimci öğrenci kapının önüne konuldu. Öğrencilere sınav kayıpları yaşatılarak keyfi cezalar kesildi.

Halk suskun.

*YÖK kararı ile bütün üniversitelerde polis karargâhları kurdu.

Halk suskun.

*İlkokullarda türbanlı çocuklar derslere alınmaya başlandı.

Halk suskun.

*Alevi yurttaşların “zorunlu din derslerine hayır” taleplerine hükümet kulaklarını tıkadı.

Halk suskun.

*Yağmurla birlikte İstanbul, Ankara, Bursa ve İzmit’te altyapıların yetersizliği ortalığa saçıldı, yurttaşlar yaşamlarını yitirdi.

Halk suskun

*Kadir Topbaş ulaşım ücretlerine %10 zam yaptı ve deniz otobüsleri ile vapurların ve de iskelelerin satılığa çıkartılacağını açıkladı.

Halk suskun.

*AKM Taksim Meydanının orta yerinde bir hayalet bina olarak çürümeye terk edildi. Örgütlerin, Başbakan, Kültür Bakanı ve 2010 Ajansı hakkında, İstanbul Cumhuriyet Savcılığına yaptıkları suç duyurusu, gerekçesiz bekletiliyor.

Halk suskun.

*Yazarak düşüncelerini açıklayan gazeteciler ve yazarlar cezaevlerine atılmaya devam ediliyor.

Halk suskun.

*Müzeler, ören yerleri ve kütüphanelerin özelleştirilmesi hızla gerçekleştirildi. Artık ülkedeki müzelerin bilet gişelerini yandaş bir şirket işletiyor.

Halk suskun.

*Yurttaşlık hakkı olduğu varsayılan, “herkesin eşit biçimde sanat ve sanatsal etkinliklerden yararlanma” ilkesi yok ediliyor. Devlet Opera, Bale, Tiyatro ve Senfonisi özelleştirilmek için gün sayılıyor.

Halk suskun.

*Sosyal güvenlik sistemi çöktü. Hastalar reçeteleriyle bile ilaç alamaz durumdalar.

Halk suskun.

*İzmit ve Bursa’da sendikalı olan işçiler, kapının önüne kondular. Maaşlarını alamadıkları için direnişe geçen Taşkömürü işçilerinden yetmiş tanesi işten çıkarıldı.

Halk suskun.

*Bilim adamları, çevreciler ve mimarlar tarafından “yeni bir İstanbul katliamı” olarak tanımlanan 3. köprü için start verildi.

Halk suskun.

*Kentsel üleşim projeleri ile İstanbul’da Tarlabaşı, Galata, Haydarpaşa yandaş kuruluş ve şirketlere peşkeş çekilme hazırlığında.

Halk suskun.

*Hrant’ın katili Ogün Samast, ‘taş atan çocuklar’ için çıkartılan yasadan yararlandırılıyor.

Halk suskun.

*Ergenekon diye bilenen davanın omurgasını oluşturan darbe günlüklerinin, ‘asılsız olduğu’ mahkeme kararlarıyla onanıp, dosya gönderildiği mahkemeye iade edildi.

Halk suskun.

*29 Ekim kutlamalarında İstanbul halkının 850.000 TL’sı boğazdaki havai fişek gösterisinde iç edildi.

Halk suskun.

*Yine 29 Ekim gecesi Cumhurbaşkanlığı kabul töreni, türban resmigeçidine tanıklık etti.

Halk suskun.

*Alkollü içeceklere %30 zam yapıldı.

Halk suskun.

*Domatesin pazar fiyatı 5 TL

Halk suskun.

*Uluslararası düşünce kuruluşu Legatum Institure tarafından yapılan açılmada, Dünya’nın en büyük yirmi ekonomisi içinde yer aldığı söylenen Türkiye’nin, “Refah sıralamasında 110. sırada olduğu, sosyal birlikteliğin sıfırlandığı, kişisel güvenliğin yok edildiği, devlet desteği ile işlenen suçlarda yoğun bir artış olduğu, insan hakları ve düşünce özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılmadığı” belirtildi.

Halk suskun.

*Referandum sonrası, 12 Eylül faşist darbecileri ile ilgili yapılan suç duyuruları, kabul görmedi.

Halk suskun.

*İşsizlik, yolsuzluk, yoksulluk oranları Cumhuriyet tarihinin rekor verilerine ulaştı

Halk suskun.

Ne demeli, “kabahat senin demeye de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu senin canım kardeşim”.

oaydinoaydin@gmail.com