10 Ekim 2011 Pazartesi

Eylemci…


Günün hangi saatinde olursa olsun, Galatasaray Lisesi’nin önünde öyle upuzun yatar bulursunuz onu.

Mevsimlerin önemi yok.

Sanki orada doğmuş gibidir, orada doğmuş ve orada büyümüş.

Önünden gelip geçenlere diker gözlerini, tanıdıklarına bakakalır.

Dostlarının verdikleriyle yetinmesini bilecek kadar alçakgönüllüdür.

Lise bahçesindeki kedilerle yemeğini paylaştığına ben tanığım.

Şimdilerde yaşlandığını gözlüyorum, daha dingin, ağırbaşlı ve sakin.

On yıl önce daha genç, daha canlıydı tazı gibi!

Çocuklarla oynamayı sever, kuyruk sallayıp gülücükler doldurur yüzüne.

İstiklal’de bir eylem yapılmaya görsün, en önde onu görürsünüz.

Başı dik, gövde gergin bir yay gibi.

Adeta atılan her slogana eşlik edercesine yürür.

Korkuyu yenmiş!

İnsan dostlarına yol arkadaşlığı yapıyor.

Onlarca kez, İstiklal Caddesini dolduran kalabalığın içinden alkışlandığına tanık oldum!

Dönüp bakmadı bile.

Gazetelerde, TV haberlerinde görüntüleri yayımlandı, hiç oralı olmadı.

O hep kendi halinde kaldı. Hiç böbürlenmedi.

Sokağına-caddesine-meydanına-kentine-barınağına-özgür yaşamına sahip çıkan biri olarak, görevini yapmayı sürdürüyor.

Eylemci Köpek’ten söz ediyorum.

Adını kendi de bilmez.

Her eylemci dostu ona bir ad vermiştir.

Bir sokak köpeğinin onlarca adı olması ve hangi ad ile çağrılırsa çağrılsın yanıtlayıp hemen yanınıza gelmesi de şaşılacak şey olsa gerek.

Zaten eğer eylem için ordaysanız ve yürüyüşe geçecekseniz çağırmanıza gerek yoktur.

O görevini bilir.

Lise’nin önünden yürüyüşe geçen tüm eylemci gruplara eşlik eder.

Son durak neresiyse oraya kadar gelir.

Yürünülen yer, Taksim Meydanı ya da Dolmabahçe olsun onun için fark etmez. Siz son sözü söyleyip dağılana kadar sizinledir.

İnsanların dağıldığını anladığında, koştura koştura Galatasaray’daki yerine döner ve yeni bir eyleme kadar da oradan kıpırdamaz.

Geçtiğimiz hafta canını yaktılar.

Bu insan dostuna biber gazları ve coplarla saldırdılar.

Yine en önde başı dik ve gururla yürürken, polisler göstericilerden intikam alırcasına onun üstüne hücum ettiler.

Tüm bedenine-yüzüne-gözüne biber gazı sıktılar.

Önce direndi. Dişlerini gösterdi. Sonra önünü görmez olunca, yığıldı caddenin ortasına.

Yardım etmek isteyenlere izin vermedi.

Bu saldırıdan hemen sonra onu görenler, bir sokak köpeğinin acılar içinde kıvranan bir insan gibi nasıl böğüre böğüre ağladığına tanıklık ettiler.

Lise’nin kapısı önünde iniltiler içinde saatlerce kıvrandı, sonra kendiliğinden dinginleşti.

Önüne konan yiyeceklere aldırış etmedi. Saatlerce su içtiğini gördüm.

Şimdi yine, insan olan insan dostlarının eyleme geçmesini bekliyor, biliyorum.

Bu yazıyı okuduğunuz günün akşamı Beyoğlu Eğlence Yerleri Derneği, Taksim’den başlayıp Beyoğlu Belediyesi’nin önüne kadar yürüyecekler. A. Misbah Demircan efendinin son uygulamaları için istifasını isteyecekler.

Onlarla birlikte olacaktır.

Cumartesi günü sabah 11’de bu kez mimarlar ve dostları, Kent Kültür ve Demokrasi başlığı ile Sinop-Hatay ve Van’da yapılan etkinliklerin finali için Galatasaray Lisesi önünde buluşup, AKM’ye kadar yürüyecekler.

Onlarla da birlikte olacaktır.

Kokusuna bile dayanamadığı biber gazını artık biliyor.

Gerçek dostlarının kim olduğunu aklına yazmış durumda.

Korkusuz, gururlu ve başı dik bir dost, eylemlerinize destek verip ortak olmak için sizi bekliyor.

oaydinoaydin@gmail.com

4 Ekim 2011 Salı

Güzelleme…

Başvuru yapan 328 tiyatrodan 162’sine toplam 3 milyon 500 bin Lira yardım vermekle övünen Kültür Bakanlığı, destek verdikleri tiyatroları, ajansları, dernekleri açıkladı.

Kenterler gibi Türkiye tiyatrosuna saygın katkılar sunmuş bir kurumun adı listede yer almazken, ‘yaptıkları tiyatro mu dur, değil mi dir?’ tartışmasını doğuracak birçok yeni yapıya da destek olundu.

Bakanlık tasarrufu ile oluşturulan komisyonun yine Bakanlığın saptadığı kıstaslara göre hareket ettiği açık.

Ancak ortada, “ilk kez bu kadar tiyatroya bu kadar para verildi” diyerek övünülecek bir durum yok!

Bu en azından ayıptır.

Dağıtılan para, aynı tiyatrolara gelen seyircilerin ödediği bilet parasından ve alınan vergilerden üretilen bir fon olduğu için ayıptır.

Bu fonu pay edenler bu ülke de bir oyunun hangi koşullarda üretildiğini bilmiyorlar mı?

Salon koşullarından, kira bedellerinden, turne maliyetlerinden, oyuncu ve teknik kadro giderlerinden, sigortalardan, vergilerden haberleri var mı?

Bütün bunlar düşünüldüğünde dağıtılan rakam, gerçekten üç kuruştur!

Ama aynı devlet ve aynı devlet’in kurumları her konuda olduğu gibi bu alanda da çifte standart uygulamaktan geri durmamıştır.

Fazlaca uzaklara gitmeye gerek yok. Yürütücüleri arasında Kültür Bakanlığı’nın da olduğu 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın sanat adına neler yaptıklarını anımsatmak yetecektir.

2010 Ajansı, bakanlığın tiyatrolara dağıtacağı rakamın çok daha fazlasını yalnızca 3 filmin yapımı için vermiştir!

Filmlerden, "Mahpeyker, Kösem Sultan" ile "Şenlikname, Bir İstanbul Masalı" için 3 milyon "Sultanın Sırrı" filmine 1 milyon 900 bin Türk Lirası ödendi.

Toplam 4 milyon 900 bin Lira.

Bu filmlerin senaryoları çok mu iyiydi ya da Avrupa Kültür Başkenti için oluşturulan formata çok mu uygundular?

Bilinmiyor.

Ama bunların hiçbir estetik ve sanatsal değerleri olmadığı, seyirci karşısına bile çıkartılamayacak kadar kötü oldukları; gericilik, Osmanlıcılık ve ırkçılık propagandaları ile bezeli oldukları biliniyor.

Ülkenin tüm saygın sinema eleştirmenleri-insanları da aynı şeyleri düşünüyorlar ki, "bunca tarihi zenginlik varken neden kartondan saraylar?”, "hazine çakması teneke parçaları”, “kazulet yabancı oyuncular için mi harcandı bu paralar?" “kaçıncı yüzyıldayız?”, “ bu filmler bizi hiçbir yerde temsil edemez” diye yazdılar.

Bu filmlerden yalnızca Mahpeyker sinema salonlarına girdi. Seyirci durumu vahimdir.

Film geçtiğimiz hafta TV’de gösterildi. Reytingleri de yerlerdedir.

Diğer iki filmin ise, ne sinema ne TV şansları bile olmadı.

Güzelleme güzellendiği gibi kaldı

Ajans’ın tüm uygulamaları için, buna AKM de dâhildir “hesap vermeleri gerekir” deyip, savcılara suç duyurusunda bulunduk.

Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı 2011/3034 sayılı kararıyla, “kovuşturmaya yer olmadığına” karar verdi.

Dosya kapandı.

Bu kadar olsa iyi!

Bu skandalın yaşandığı sıralarda yine aynı bakanlık bir başka skandala daha imza attı.

2010 yılında ‘destekleme kararı’ aldığı 21 sinema filmine yalnızca 5 milyon 561 bin Türk Lirası vermeyi uygun buldu!

Yanlış okumadınız 21 filme 5 Milyon 561 Türk Lirası.

Her birine kuş gagası kadar!

Kaldı ki bu paralar ipotek karşılığı ödeniyor ve öyle tamamını hemen alma şansınız hiç yok.

Bu 21 yapımın yönetmenleri arasında ülkenin en saygın sinemacıları-yönetmenleri ve her biri bir diğerinden başarılı senaryolar vardı.

Deyim yerindeyse sıfır bütçeyle çekilen filmlerin birçoğu sinemalarda seyirci buldular, ulusal ve uluslararası yarışmalarda ödüller aldılar.

Şimdi sormak gerek Bakan Beye: Ne ile övünüyorsunuz?

Daha dün diyebileceğimiz uygulamalarınızı unutalım mı?

Siz, yandaşlarınızı kayıran-kollayan, devletin olanaklarını sonuna kadar bu insanların emrine sunan ama bağımsız sanat alanlarına-sanatçılara karşı buyurgan-alan daraltan ve gerektiğinde yasakçı davranan bir koltukta oturuyorsunuz.

Devlet, sanatçının üretip çoğaltması için katkılar sunar ve yurttaşlarının da bu üretilenlerden eşit biçimde yararlanması için ortamlar hazırlar. Kolaylaştırıcı davranır ve de bunun bir hak olduğunu yasalarla belirler.

Bir yandan yandaşlarına devletin tüm olanaklarını sunarken, diğer yandan tiyatrolara dağıtmak durumunda olduğu ‘üç kuruş’ denecek para için göz boyamaya yeltenmez, böbürlenmez.

oaydinoaydin@gmail.com