Kent, kültür ve demokrasi...

Mimarlar Odası, “Kent Kültür ve Demokrasi” başlığıyla Sinop'ta başlattığı, Van ve Hatay sonrası 13- 15 Ekim İstanbul'da İTÜ Maçka Maden Fakültesi M.K Anfisi'nde sürdürdüğü etkinlikleri, 15 Ekim gecesi, 'Martılar Ah Eder' ile bitirdi.

Bu süreçte Nâzım Oyuncuları, (Gülsen Tuncer/Metin Coşkun/Levent Ülgen/Mert Fırat/Ayşegül Alpak/Cansu Fırıncı/Yüksel Aymaz/Emin İgüs) dostlarımızla birlikte olduk.

TÖS ve TÖB-DER süreçlerinden sonra, Mimarlar Odası aracılığıyla edindiklerimiz, genç kuşak sanat yaratıcıları için öğretici deneyimler kazanmamızı sağladı.

Bir kez daha anladık ki, doğru yerde-doğru zamanda ve doğru bir toplamla birlikte gerçekleştirilen her sanat ürünü, mutlak kalıcı oluyor.

O çok tartışılan 'sanat'ın görevleri' başlığı, ancak böyle ete-kemiğe bürünebiliyor.

Sinop, barındırdığı doğal tüm güzellikleri sistem tarafından talan edilmek üzere seçilmiş kentlerimizden biri.

Bölgede yapılmak istenen nükleer santrale karşı, ülkemiz duyarlı yurttaşlarının ve bölge halkının gösterdikleri direnişle gündemde.

Sinop yanlızca nükleere kurban verilerek değil, kent dokusu tahrip edilerek de yaşanası bir yerleşim bölgesi olmaktan çıkarılmaya hazırlanıyor. Bir uçtan diğer uca tüm kent beton yığınlarına teslim edilmiş.

Kent'in simgesi 'Sinop Kalesi' içindeki Cezaevi şimdilerde 'müze' olarak görev yapıyor.

İnsanın içini acıtan, aklınıza şarkılar-şiirler-türküler düşüren Cezaevi, dinlenesi öykülerin de mekanı.

İşkencenin, gözyaşının-hüznün-kederin-ayrılığın ve ölümün adı.

Cezaevi'nin büyük avlusunda gerçekleştirdiğimiz 'Tabutumun Altı Çatlak' başlıklı Sabahhattin Ali şiirleri ve şiirlerinden yapılmış şarkıları içeren etkinlik, bizler gibi avluyu dolduran dostların da yüreklerini burkmuştu.

Gerçekle yüzleşme bu olsa gerek.

'Görecek günler var daha/Aldırma gönül aldırma' hep bir ağızdan söylendiğinde, yüreklerimizde biriken acı ve öfke ve hüzün ve direnç eğer kalıcı olabilirse, insanlığın yenik düştüğü şu azaplı günleri değiştirmek için, bir adım daha yol almış olmaz mıyız?

Hatay, barışın, kardeşliğin, birarada yaşamının adı olarak bilinir.

Her dinden ve her dilden yaşanan yalnızlıkları barındıran kent, ortasından akan Asi Nehrinin iki yanına ve Habibi Neccar dağının yamaçlarına serpilmiş.

İç içe geçmiş avlularında yaşanan özgürlükler, birer mimarlık harikası olarak bilenen tarihi doku ve
3


bu dokunun içinden coşup gelen rengarenk bir hayat.

Ermeni kardeşlerimiz, Araplar, Aleviler, Sunni ve Hıristiyan yurttaşlar birarada.

Kilise çanları-Ezan sesleri ve Cemevleri'nden yükselen kardeşlik tınıları birbirine karışıyor.

Gelgelelim güzelim kent, karanlık bir akla esir düşürülmüş.

Ne yana baksanız AKP'li Büyükşehir Belediyesi'nin betona tapındığını görebiliyorsunuz.

İnsan doğasına aykırı kat kat ve her biri çirkinklik abidesi apartman çılgınlığı, kirlenmenin tüm ayak izlerini barındırıyor.

İnsan, çocukluğunun düş kentini böyle görünce, başını öne eğip geçmiş günleri yad etmekle yetiniyor.

Ne acı.

Kültür Merkezini dolduran Hataylıları ve mimar dostlarımızı 'Ey Ahali Bir Çocuk Kayboldu Elinde Defne Dalı' adlı gösterimizle buluşturduk.

Neruda- Aragon-Brecht-Behramoğlu-N.Hikmet-A. Arif-E.Gökçe ve Yaşar Kemal ustaların şiirleri salona taştıkça çoğalan kardeşlik ve barış bizim de içimizi kuşattı.

Bir kez daha anlıyoruz ki barış, sözcükleri maviliklerin içinden devşiren ozanlarımızın dilinde, tüm insanlığın geleceği için bir umut.

Van, uygarlıklar beşiği coğrafyamızın gözü yaşlı ama bir o kadar da öfkeli, hınçlı insanlarımızın evi.

Sokaklarını kuşatan panzerler ve polis yığınağına karşı, bir halay çeker gibi el ele dolaşan yüzlerce çocuk gülüşüyle bezenmiş koskoca bir yalnızlık.

Umudu tükenmemiş.

Geleceğe tutunmak için barış çığlığını yükseltirken yoksulluk bela olmuş başına.

Devlet Tiyatrosu Salonu'nda Yaşar Kemal Usta'nın son kitabı Bugünlerde Bahar İndi'nin içindeki uzun soluklu 'Kırmızı Deynek”' adlı şiir ile buluşturduk dostlarımızı.

Biz de öfkelendik yoksulluğa, yaşatılan acılara, haksızlıklara, ölümün araladığı her kanlı sabaha, gecenin kör karasında sıkılan kurşuna.

Ama Van Gölünden, gelecekte güneş olup yağacak olan hüzünlü koca bir umut devşirdik.

Ve İstanbul.

“Eyy bin kocadan arta kalan bilmem neyi bakir” denen şehir.

3


Yıkılmış, talan edilmiş kentim benim.

Her adımı çıkara kurban verilmiş, kederi ve hüznü kaldırım taşlarında gizli yalnızlığımız.

Seni haramilerin sofrasından, nasıl etsek de kurtarsak.

Nasıl etsek de üstüne uçuşan yağmacılara esir edilmiş bedenini özgürleştirsek.

Yalnızca dünde kalanlar anlatabiliyor güzelliğini.

Bugün senin için yakılan ezgiler, gericiliğe esir düşüşünü ve yamaçlarından boğaza doğru taşan ılık esintiler içine saklanamamış yoksulluğunu dillendiriyor.

Nasıl etsek de seni, sen yapsak yeniden.

Martılarını Ahh etmekten kurtarsak.

Teslim alınmış sokaklarını, caddelerini., mahallelerini, meydanlarını, barındırdığın mahzun insanlarını ve tüm kültürel dokunu sana versek yeniden.

Yamaçlarında erguvanlar açsa rengarenk, gümüş rengi balıklar dans etseler bağrında.

Hançerlenen yüreğin ağlamasa.

Nasıl etsek de yeniden maviye boyasak üstüne taşan gri gökyüzünü.





oaydinoaydin@gmail.com