30 Ocak 2011 Pazar

İsyan et…


“Komşuda pişer bize de düşer mi?” diye soruyorum dostlara.

Kahkahalarla gülüyorlar.

‘Düşmez hocam, bizimkiler yalanla beslenmeye alıştırıldılar’

Sonra Hollanda üstünden bir ileti düşüyor sayfama.

“Mısır ve Tunus’ta sanatçılar, yazarlar, gazeteciler, üniversitelerden hocalar halkla beraber sokakta eylemdeler.”

“Kahire’de 6 Nisan Öğrenci Hareketi’nin çağrısına ilk uyanlar müzisyenler ve oyuncular oldular. ‘İsyan et ‘ diye bağıranların ön saflarında tiyatro oyuncuları var.”

Birden kış ortasında çiçeğe durmuş kiraz ağacı gibi oluyorum.

‘Orada olmalı’.

“Her iki ülkede de olayların başladığı ilk günlerde hükümet tüm muhalifleri tutukladı. Bunların arasında sendika liderleri, baro başkanları, sanatçılar ve aydınlar çoğunlukta.”

“Yaralı insanların büyükçe bölümü, devlet hastanelerine değil, birer revir gibi çalışan tiyatro salonlarına gitmeyi seçiyorlar”.

Mısır Tiyatrosu’nu düşünüyorum.

Kaç sahneleri vardır, hangi oyunları sahneliyorlar, izlenme oranları nelerdir?

Küçük bir araştırmayla aklım yenileniyor.

Tiyatro yasasını 1847’de çıkaran ve ulusal tiyatroların temellerini atan bir toplumla yüz yüze gelince, beyaz bir duvara çarpmamak elde değil!

Dünüyle bugünüyle Mısır tiyatrosu, toplumsal tüm farklılıkları gözeterek, çağdaşlığın, dönüşmenin ve aydınlanmanın ulusal ve evrensel tüm örneklerini taşımış sahnelerine.

İşsizlerin, gençlerin, çalışanların, emeklilerin, kara örtü altına sokulan kadınların sorunlarını tartıştıran oyunlar üretilmiş ve başta Fransız tiyatrosu olmak üzere, dünya tiyatrosunun izini sürmeye çabalamışlar.

Yakub Sanuh, Alfred Faraj, Fatih Neşati, Ardaş Saad gibi tiyatro adamları düşlerini gerçekleştirmiş ve Mısır Tiyatrosunun temel taşları olarak anılmaya hak kazanmışlar.

Ülkenin toplumsal mücadele tarihine bakıldığında Mısırlı sanatçılar da bizdekiler kadar horlanmış, dışlanmış, hapislere atılmış, işkencelerden geçirilmiş ve bugünlerde olduğu gibi ‘düşman’ ilan edilmişler.

Meslektaşlarımız, sistemin sanat alanlarına dayattığı baskılara karşı halkla birlikte direnmişler, örgütlerini oluşturmuş, sendikalarını kurmuş, uluslararası dayanışmalarını yükseltmişler.

Kahire Uluslararası Deneysel Tiyatro Festivali 21 yaşına girmiş.

Son 21 yılda Mısır Tiyatrosunun aldığı yol, Avrupalı birçok tiyatro adamını şaşkına çevirmiş durumda.

”Deneysel tiyatro, artık Kahire merkezlidir” diyor Dario Fo.
2005 yılına dönüyorum.
Mısır'ın güneyindeki Beni Suef kentinde meydana gelen tiyatro yangınına geç müdahale eden itfaiyeyi ve önce başvuru yapıldığı halde ilgisiz davranan Mısır İçişleri Bakanlığı'nı oyuncular-yazarlar-yönetmenler birlikte protesto etmişlerdi.
Kahire Gazeteciler Sendikası önünde toplanarak, İçişleri Bakanı Habib Adli'yi suçlayıp hükümet aleyhine slogan atanlar, “Ölen 32 kişinin katili devlettir” diye haykırmışlardı.
Bu gün aynı sanatçılar aynı meydanlarda ‘isyan et’ diye bağırıyorlar.
“İsyan et ki onurumuzu birlikte kurtaralım.”
“İsyan et ki ekmek ve gül özgür olsun.”
“İsyan et ki namussuzluk susturulsun.”
“İsyan et ki ülke kurtulsun”
“İsyan et ki hırsızlık ve yolsuzluk son bulsun”
“İsyan et ki açlık ve yoksulluk Nil’e karışsın”
Bizim ülkemizdeki sanatçılara ne kadar da benziyorlar değil mi?
‘Komşuda pişer bize de düşer mi?’ diye soruyorum yeniden.
“Düşmez hocam, bizimkilerin çoğu AKP’nin sarnıcına su taşıyorlar.”
İçimde çiçeğe duran kiraz ağacına el sürüp, yineliyorum Mısırlı meslektaşlarımın başkaldıran sözünü.
İsyan et!
oaydinoaydin@gmail.com

24 Ocak 2011 Pazartesi

Torbası büzüşesiceler…

İşçiler, emekçiler parlamento da görüşmeleri süren ‘Torba Yasa’ için meydanlarda.

DİSK her gün, gelecek kötü günleri anlatmak adına basın açıklamaları, yürüyüşler mitingler düzenliyor.

Yandaşların dışındaki tüm emek örgütleri de ayakta.

Anlaşılıyor ki çalışma hayatının giderek bir kâbusa döneceği günler yakın!

Yasa önermeleri incelendiğinde ve emek örgütlerinin açıklamaları izlendiğinde anlıyoruz ki; eğer mücadele edilip AKP’ nin torbası delinmezse, ülke geri dönüşü çok zor bir uçurumun eşiğine taşınacak.

Toplumun büyükçe bir bölümünün olduğu gibi, sanat alanlarının da bu durum karşısında sağırlığı-körlüğü ve adeta teslim alınmış aklı, şaşırtıcı geliyor bana!

‘Oyunculuk Sendikası’ diye yola çıkan meslektaşlarımın da bu ne idüğü belli torbadan, bir “meslek sendikası kuruluş yasası çıkacak’ beklentisi içinde olmaları da öyle.

Bir parmak bal umuyoruz!

DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, her fırsatta tüm toplumu uyarmaya çabalıyor.

“Emeğin haklarına yönelik yeni bir saldırı dalgası ile karşı karşıyayız. Saldırının adı Torba Yasa. İçeriği karışık. Uzun zamandan bu yana üzerimizde “İstihdam Strateji Belgesi” diye bir heyula dolaşıyor. Adı var kendi yok. Ama kanunlara sızıyor. Torbalara giriyor. Her adımında haklarımızdan bir şey alıp götürüyor. Biz bu heyulayı tanıyoruz. AKP hükümeti, ne zaman istihdam yaratmaktan, işsizlik ile mücadeleden bahsetse, altından sermayedarlara teşvik çıkıyor. Ne zaman işsizlikle mücadeleden bahsetse altından yeni hak gaspları gündeme geliyor. Ne zaman işsizlikle mücadeleden bahsetse altından işsizler için oluşan fonun yağmalanması gündeme geliyor.

İstiyorlar ki, işsizlikle mücadele etmek için, ücretleri aşağıya çekelim, işçilerin zaten sınırlı olan iş güvencelerini ortadan kaldıralım, sendikalarını yok edelim. İstiyorlar ki, işsizlikle mücadele için kıdem tazminatlarını gasp edelim, daha çok çalıştıralım ama bunun karşılığında ödeme yapmayalım. İstiyorlar ki, sermayeyi işçi çalıştırması için teşvik edelim. Sanki işverenler işçiyi hayırseverlik olsun diye çalıştırıyor. Bizim buna inanmamızı istiyorlar.

AKP hükümetinin işsizlikle mücadele etmek diye bir derdi yok. Sosyal güvenlik sistemini ayakta tutmak diye bir derdi yok. Hükümetin amacı sermayeye yeni kâr alanları açmak, onları daha besili hale getirmektir. Eğer işsizlikle mücadele etmek istiyorlarsa, çalışma sürelerinin kısaltılmasını gündeme getirsinler. Dünya’nın en uzun çalışma sürelerine sahip ülkelerinden biriyiz. Buna karşın en az ücretli izin hakkı bizde. Avrupalı işçiden haftada ortalama 10 saat fazla çalışıyoruz. Kısaltın çalışma sürelerini, bakın patronlar nasıl paşa paşa işçi alıyorlar görün. Ama çalışma sürelerini gündeme getiren yok. Varsa yoksa esneklik, varsa yoksa ucuz emek sömürüsü.

AKP hükümeti, işçilerin, emekçilerin haklarını budamanın yolunu, toplumun geniş kesimlerinin beklentileri ile işçi gasplarını aynı yasanın içine koyarak arıyor. Bir yandan vergi affı, öğrenci affı, emekli maaşlarının iyileştirilmesi; diğer yanda ise daha fazla sömürü anlamına gelen esneklik, gençlere güvencesizlik, stajyer ve çırakların ücretlerinde düşüş, taşeronlaştırma, kadrolu çalışanlara sürgün Torba Yasa’nın içinde yan yana. Buna ilave olarak patronlara vergi indirimleri, teşvikler ve destekler de yasanın içinde yer alıyor.

AKP işçi emeklisine, af bekleyen öğrenciye, vergi borçlusuna diyor ki: “Yasa çıkarsa, emekliye zam, öğrenciye af, borçluya indirim var. Bak buna bile muhalefet ediyorlar.” Oysa yasa hepimizin haklarına saldırılar içeriyor. Süslü maddelerin arasında ölümcül tuzaklar var. Gençlerin, işçilerin, kamu emekçilerinin, işsizlerin haklarına yönelik bu saldırıyı durduramazsak, sırada özel istihdam büroları, kıdem tazminatlarımızın kaldırılması, taşeronlaşmayı kolaylaştıracak uygulamalar, asgari ücreti düşürecek bölgesel asgari ücret var.

Gençlerimiz, çocuklarımız, ne yazık ki, deneyimsizlikleri nedeni ile daha çok sömürülmek isteniyor. Yasa çıkarsa, deneme süresi gençler için, 2 aydan 4 aya çıkacak. Deneme süresi için hak talep edilmesi mümkün değil. Yasa çıkarsa, küçük sanayi sitelerini küçük omuzları ile sırtlanan 360 bin resmi çırağın, denetimsizlik nedeni ile hakları yeterince korunamayan 200 bin stajyerin ücretleri düşecek. Onların asgari ücretleri dikkate alınarak, kayıt dışı çalıştırılan yüz binlerce genç işçinin ücretleri de bu durumdan etkilenecek. Ücretler 146TL’ye kadar düşecek. Bu nasıl bir vicdandır dostlar. Bu nasıl bir vicdandır.

Gençlerin işsizliğini fırsata çevirmek anlamına gelen bu uygulamaları kabul etmek mümkün mü? Bizce mümkün değildir.

Yasa ile gönüllü stajyerlik geliyor. İşsizlikten kurtulmaya çalışan yüz binlerce genç, işyerlerinin dayatması ile ücretsiz, kayıt dışı çalışmayı kabullenecek. Stajyerlik yapılabilecek yerler için işçi sınırı 20’den, 5’e çekiliyor, böylelikle denetimin en az olduğu alanlar stajyer sömürüsüne açılacak. Yine 16-18 yaş arasında çalışan 200 bine yakın genç için Asgari ücret geçim indirimi hariç 576 TL’den 486 TL’ye düşecek.

Bilindiği gibi, 2008 yılında istihdam maliyetlerini düşürmek üzere, işverenlerin sosyal güvenlik prim katkıları düşürülmüştü. Bu prim hepimizin kasasından yani hazineden ödeniyor. Her ay 9 milyon kişinin yaklaşık 50 TL’lik işveren sigorta payını devlet ödüyor. Sermayedara diyorlar ki, “Sen dur zor duruma düşme, ben devlet olarak sana bu kıyağı yaparım.” Aylık 450 milyon TL kıyak yapılıyor. Buna karşın Aralık ayında işsizlik ödeneğinden 170 bin kişiye sadece 63 milyon TL ödeme yapılmış. İşçiye, işsize gelince kaynak yok. Çünkü artık yardım da parası olana yapılıyor.

Bu yetiyor mu? Hayır. Hükümet torbaya yeni teşvikleri ilave etmiş durumda. Bu teşvikten faydalanan sermayedar, aynı zamanda işsizlik fonundan da yeni aldığı işçi için teşvikler alacak. Patronlar sosyal güvenlik sistemine katkı vermekten muaf tutulacak. Kaynak ise, yağma Tayyip’in böreği olan İşsizlik Fonu. Şirketlerden alınan vergilerde yapılan indirimlere de aynı hızla devam.

Yüz kere söyledik, yine söyleyelim. Bu yasa çıkarsa; onbinlerce belediye ve il özel idaresi işçisi, Milli Eğitim veya Emniyet teşkilatının taşra teşkilatına sürgün gidecek. Atandığı yerde 5 gün içinde işe başlamazsa işini kaybedecek. İhtiyaç fazlası bildiren belediye 5 yıl boyunca yeni işçi alamayacak. Taşeron ile anlaşacak. Taşeronlaşma yaygınlaşacak. Kamu emekçisi, esnek çalışacak, geçici görevlendirmeyle yasal olarak 6 aya kadar sürgüne gönderilebilecek. Hak alma şartları zorlaşacak. Şirketler artık daha az kadrolu istihdamı tercih edecek. Sadece ihtiyacı kadar işçi çalıştıracak. Esneklik artacak. Uzaktan, evden, çağrı üzerine çalışma yaygınlaşacak. Turizm sektöründe denkleştirme süresi dört aya çıkacak. Bu uygulama ile çalışma koşulları artacak, fazla mesaiden kaynaklı haklar gasp edilecek. Engelliler çalışma yaşamından tecrit edilecek, işyeri denetimleri bakanlık memurlarına devredilerek, yandaşlar için kuralsızlığa daha fazla göz yumulacak. Bir de kısmi süreli çalışanların hakları ile ilgili traji-komik durum var. Kişi kayıt altına alınacak ama kendi cebinden. İşsizlik sigortasından faydalanacak ama kendi cebinden. Emekli olacak ama kendi cebinden. Primi dışarıdan kendi ödeyecek.

Bizi bize düşürmeyi amaçlayan, haklarımızı, çocuklarımızın geleceğini gasp etmeyi amaçlayan bu yasayı kabul edecek miyiz?

Hükümete sesleniyoruz.

Yasadan emek alanı ile ilgili düzenlemeleri derhal çıkartın. Torbayı ayıklayın. Bu kirli oyundan vazgeçin.

Aksi halde emekçilerin elleri yakanızdan düşmeyecektir!”

Basın’ın büyükçe bölümü bu açıklamalara kapalı.

Susup olacakları bekleyecek miyiz yoksa tarihimizin bu en büyük hak kıyımına karşı işçilerle, emekçilerle saf tutup haklarımız için direnecek miyiz?

Yıkımlara-sansüre-yasaklamalara-hakaretlere-küfürlere direnen sanat emekçilerinin önündeki görev; ekmeğini üretenlerin ellerini sımsıkı kavramak ve bu bilinçle ülke onuru için direnme hattında yer almak değil midir?

oaydinoaydin@gmail.com.

18 Ocak 2011 Salı

Ey ahali!

Duyduk duymadık demeyin.

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, AKP li üyelerin önermesi ile Beyoğlu’ndaki Muammer Karaca Tiyatrosu’nu yıkma kararı aldı.

“Depreme dayanıksız raporu olan bina yıkılmalı ve binanın olduğu yer turizm alanı olarak ilan edilmelidir” şeklindeki önermenin altına imza koyanlar, Kars’taki İnsanlık Anıtı için, ‘bu ucubenin yıkılması caizdir’ diyen akılla aynıdırlar.

Yanıtlanması gereken soru ise ortadadır.

Önermeyi verenler, Beyoğlu’nda ya da tüm İstanbul’da “depreme dayanıklı” raporu olan kaç bina gösterebilirler?

Muammer Karaca Tiyatrosu’nun bir an önce onarılıp, depreme dayanıklı bir konuma getirilmesi, Beyoğlu ve Büyükşehir Belediyesi’nin sorumluluğunda değil midir?

Ey ahali!

Muammer Karaca Tiyatrosu’ nu yıkmak cinayettir.

Bu cinayete ortak olma.


oaydinoaydin@gmail.com

13 Ocak 2011 Perşembe

Kalkışma…


“Bu adamlar sanat düşmanı” dedikçe başta Taraf gazetesinin elinden ‘hüner’ damlayan liboş yazarları-çizerleri, sonra Yeni Şafak-Vakit- Zaman gibi akıllarını AKP’ye teslim etmiş gazeteler, Kanal 7-Samanyolu-Kanal 24 gibi gericilik mevzisinden seslerini yükseltenler; “vesvese bu sözler” diye yanıtlar türettiler.

Ama işte olan oldu.

Gerçek bir kez daha yüzünü gösterdi, hem de birinci el tarafından.

Başbakan, Kars meydanında toplatılmış kuru kalabalığa, Mehmet Aksoy tarafından yapılan heykel için, “nedir bu ucube” diye bağırıyor.

Ben Başbakan tarafından bir sanat eserine karşı gösterilen, bu Hizbullah ve Taliban tavra hiç şaşırmadım.

Şimdi yazılacakları, haber kanallarında yorumcu hanımların beylerin salyalar saçarak söyleyeceklerini düşünüyorum.

“Bu bir sanat eseri midir?” diye başlayacaklar ve uluslararası bir yontu sanatçısını yerin dibine geçirmeye çalışacaklar.

Hep birlikte ‘sanatın içine tükürmek için’ yarış edecekler.

Başbakan, Kars Belediyesine heykelin yıkılıp yerine park yapılması talimatını verdi.

Eğer geniş bir direnme hattı örülmezse, öyle de olacaktır, o heykel yıkılacak; ülke de bu yıkımı izleyecektir.

Ve gün gelecek bu gerici kalkışma ve yıkım anımsanmayacaktır bile!

Tıpkı yakın tarihlerde yaşanan tüm gerici kalkışmalar gibi.

Öyle çok öncelere gitmeye gerek, yok daha 4 ay önce Tophane’de olanları anımsayan kaç kişi var?

Ya da bir hafta önce İzmir Bornova’da yaşananlardan kimler haberdar?

Anımsatalım, özellikle bu olayı detayları ile anımsatalım ki, yaşananlar akıl tutulmasına kurban edilmesin.

Bir grup serseri tiyatro salonunu basıp, insanları sahnenin üstünde taşlı sopalı darp edip bıçaklamıştı.

Bornova, İzmir’in merkez ilçelerinden biridir. Belediye Şehir Tiyatrosu’nun bulunduğu Altındağ Mahallesi ise, İzmir emekçilerinin-yoksullarının yaşadığı bir semttir.

Orada tiyatro yapılıyor olmasına kimler tahammül edememektedir, kimdir bu serseriler?

Bornova Emniyet Müdürlüğü tiyatrocuların ‘davacı’ olduklarını defalarca tekrar etmelerine karşın, uzlaşma yollarını seçmeye çabalamasının gerekçeleri nelerdir?

İzmir Valisi ve Emniyet Müdürlüğü, Cumhuriyet Savcılığı neden olaya el koymamıştır?

Kentin sanat alanları, kitle örgütleri, siyasi partileri neden suskundur?

Çok mu ‘şey’ istiyoruz?

Ortaya çıkıp bağırıp-çığırmak için, o sahnenin üstünde bıçaklanıp ağır yaralanan meslektaşımızın ölmesi mi gerekmektedir?

Ülkenin sanat emekçileri, bu kadar mı değersizdir?

Tophane için, “93 Sivas katliamı saldırısı gibi, eğer önlem alınmazsa bu ülkede bu tür girişimlerden cesaret alacak çok serseri var demiştik”

Yaşananların bizleri doğrulamış olması, kimlerin basiretsizliğidir?

Tophane olaylarıyla ilgili Başbakan, Kültür Bakanı, İstanbul Valisi, Emniyet Müdürü birbiriyle örtüşen açıklamalarda bulunmuşlardı.

“Fazla abartılıyor, durum anlatıldığı gibi değil, ortada bir saldırı filan yok, basit bir mahalle kavgası, onlar da içkilerini içerde içsinler canım.”

Bunlar söylenirken ekranlardan bize taşan görüntüler, olayın mağdurları sanatçıların, galeri sahiplerinin yaptıkları açıklamalar, gerçeği haykırıyordu.

Ama nafile, olay unutuldu kapandı gitti.

Oysa bölge barut fıçısı gibi!

Sormak gerek.

İzmir Bornova’da ellerinde bıçaklarla, sopalarla tiyatroya, tiyatrocuya saldıran serseriler kimden, kimlerden cesaret almıştır acaba?

Peki, daha dün müzik alanında yaşanan iğrenç saldırıyı kaçımız anımsıyoruz?

Türk Beşlerine, “Türk Leşleri” diyen Murat Bardakçı adında bir sıfatsız, ekranlarda program sunmaya, insanlığın aydınlık geleceğine saldırmaya devam ediyor.

Kaçımız bu yüzsüze gösterilen haklı reaksiyona tanıklık ediyoruz, kaçımız bu sıradanlığa bir yanıt oluşturmak için çabalıyoruz?

Ya bazı diziler için ortalara fırlayan ırkçı-dinci kalkışmalara ne demeli?

Bu kalkışmaları anımsayan ve reaksiyon göstermek için çabalayan kaç duyarlı yurttaş var?

‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’ dizisinin setini basan Alperen Ocakları’nın silahşorlarını kim cesaretlendiriyor?

Dizinin anlatmaya çabaladığı dönemin tüm katillerinin kim oldukları, belgeleriyle ortalarda durmuyor mu?

Bir ülkede katillere sahip çıkmak ve giderek katil sevici olmak, bir toplumun siyasal karakteri olmaya başladı mı orada hiçbir umut yeşermez olur.

Ya ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisini protesto ettiğini söyleyen ve mehter marşları eşliğinde yeşil bayraklar açıp ortaya çıkan Saadet Partili şeriat özlemcilerini kimler anımsıyor?

“Dedelerimiz hakkında ileri-geri konuşuluyor, kadın ve içki düşkünüymüş gibi gösteriliyorlar” diye bağıran çember sakallının arkasında yeşil bayrak dalgalanıyor.

Birisi de çıkıp ‘evet anlatılanlar doğru, harem denilen yer, sultanların uçkur düşkünlüklerinin açık belirtisi için en net örnektir’ demiyor. ‘Hangi sultanın hareminde kaç cariyesi var, sultanların onlardan kaç çocuğu var, kimler nasıl boğazlandı, sebepleri nelerdi?’demiyor.

Yalnızca bu kuru cahilliğe,‘aman sen de’ deyip gülüp geçiliyor.

‘Bize dokunmayan yılan bin yaşasın’ deniyor.

Bir kez daha anlıyorum ki, engerek yılanı tarafından çoktan ısırılmışız ve zehir tüm bedenimizi kuşatmak üzere, ama bunun farkında bile değiliz!




oaydinoaydin@gmail.com

3 Ocak 2011 Pazartesi

Dilek…

2011 yılında, şöyle alabildiğine özgürlük solumak, dost ellerden tutup ağızlar dolusu şenlenmek, uykularımız bölünmeden keyif çatmak; ekmek parası, kira parası, yol parası, gazete-kitap dergi parası düşünmeden, sağlık ve eğitim giderleri için ömür boyu didinmeden yaşamak istiyorsak, hiç zaman yitirmeden arınmamız gerekiyor.

Yalandan ve yalanın kuyruğuna yapışıp siyaset yapanlardan,

Adaletsizlikten ve adaletsizliğe alkış tutanlardan,

Soygunculardan ve soyguncuları baş tacı edenlerden,

Yardakçılardan ve yardakçılığa yatak serenlerden,

Açlıktan ve açlığın üstünden avlananlardan,

İşsizlikten ve işsizliğin sırtından nemalananlardan,

Memleket malını satışa çıkaranlardan ve üç kuruşa devlet malını kapatanlardan kurtulmanın bir yolu olsa gerek.

Sahnelerden gericiliğe, ırkçılığa övgü dizenlerden,

Sinemayı şeriatın emrine amade edenlerden,

Şiiri, edebiyatı yurttaşına karşı kılıç-kalkan gibi kullananlardan,

Resmi, heykeli ‘günah’ deyip yasaklayanlardan,

Müziği arabeskten ibaret sayanlardan,

Toplumsal değerlerimiz olmuş yazarlarımızın sözcüklerini yüksek menfaatleri için meze yapanlardan,

Köşelerinden siyasal edepsizliğin fetvalarını verenlerden,

Ekranlardan ağızlarından köpükler saçarak halk düşmanlığında sınır tanımayanlardan,

Kültürel kalıtların üstünü çamurla sıvazlayanlardan kurtulmanın bir yolu olsa gerek.

Şakşakçılardan,

Düzenbazlardan,

Hilebazlardan,

Sahtekârlardan,

Günde beş vakit halkını kazıklayanlardan,

Aça tok diyen madrabazlardan,

İnsanların kapılarına iki çuval kömür, bir torba bulgur bırakıp halkı dilenciliğe alıştıranlardan kurtulmanın bir yolu olsa gerek.

Gençliği düşman görüp geleceklerini karartanlardan,

Kadını malı sayıp üstüne pazarlık kuranlardan,

Çocukları sokaklarda yaşamaya itenlerden,

İşçi ve çalışan haklarını her gün tırpanlayanlardan,

Örgütlenme özgürlüğünü budayanlardan,

Doğa deyip doğayı katledenlerden,

Barış deyip barışa kezzap dökenlerden,

Eşitlik deyip üstünde tepinenlerden,

Kardeşlik deyip topluma kin kusanlardan,

Din deyip tacirlik edenlerden kurtulmanın bir yolu olsa gerek.

Yoksa bıçak kemiğe dayandı.


oaydinoaydin@gmail.com