26 Nisan 2011 Salı

Ohhh..


Ülke 12 Haziran seçimlerine doğru seğirterek yol alırken, sanat alanlarında bir suskunluk, bir teslimiyet, bir boyun eğme yarışı var ki sormayın!

Kimsenin ağzını bıçak açmıyor.

Korku desem, tam karşılığı olmayacak.

‘Biat’ ediliyor desem, çok ağır olacak.

Ama sonunda rahatlıkla söyleyebiliyorum ki bunca olay karşısında ‘gıkları çıkmayanların’ durumları vahim!

Korkuyorlar, biat ediyorlar ve böylelikle boyunlarını kırıp teslim oluyorlar.

Bunlar bu ülkenin sanatçıları.

Sayıları da üç beş değil hani, onlarcalar.

Dönüp kendime sorular soruyorum.

Zaten böyle değiller miydi, zaten hemen her dönemde ‘sağcı ile sağcı, solcu ile solcu’ olmak için ne gerekiyorsa yapmadılar mı?

12 Mart’ta, 12 Eylül’de ‘komünist’ ilan edilip cezaevlerine konan, işkence tezgâhlarından geçirilen meslektaşlarına, işlerinden atılan arkadaşlarına, yasaklanan kitaplara, filmlere, oyunlara, kapılarına kilit vurulan kültür evlerine, bombalar atılan tiyatrolara seslerini çıkaranlar kaç kişiydi?

Cezaevleri ağzına kadar onurlu insanla doldurulduğunda ‘bir midye gibi korkak ve ürkek kabuğuna çekilenler’, günü kurtarmak için suskun kalanlar kimlerdi?

Geçtim geçmişte yaşanan onca acı ve hüzün dolu insanlık katliamlarına karşı durmamalarını, yakın tarihte yaşananlara karşı sesleri kısılan kimlerdi?

Hele şu son süreç!

Ülke her şeyi ile teslim alındı.

Tarım, sağlık, eğitim, ekonomi, çalışma yaşamı, doğa, kültürel hayat kuşatıldı.

Bir güruh yaşamlarımıza el koydu, çıktı üstümüzde tepinmeye çalışıyor, yine kimseciklerin sesi çıkmıyor!

Büyükçe bir çoğunluğu 27 Mart Dünya Tiyatro Günü hiç yokmuş gibi davrandı.

Yazılan bildirilere, yapılan eylemlere gözlerini kapadılar.

Taliban Kars ilinden memlekete giriş yaptı, heykel yıkıyor bunların yürekleri bile titremiyor.

Basılmamış kitaplar yasaklanıyor, tiyatroların kapılarına kilit vuruluyor, bakan efendi çıkıp ‘Devlet Tiyatroları’nın kapatılması’ için nutuk çekiyor, bunların yine gıkı çıkmıyor.

Haklarını da yemeyelim, seslerini çıkaranların bir kısmı çok cesur!

Mesela biri çıkıp, D.T olayında, “oyuncu, hem hanımefendiden hem tüm seyirciden özür dilemeli” gibi büyük bir öngörü de bulunuyor.

Bir diğeri, olayın müsebbibi hanımefendiyi çay içmeye davet ederek “size anlatırdık meseleyi hallederdik” diyebiliyor.

Bir başkası ise, “zaten çürümüş olan Devlet Tiyatroları’nın neden kapatılması gerektiğini” sayfalar dokusu inciler dökerek sıralıyor.

Örgütlerden ortak basın açıklamaları yapılıyor, birkaç dost sözlerini daha açıktan söylemeyi yeğleyip ‘alanları ortak tutum almaya’ çağırıyor, bu beyler bütün bunları olmamış- yaşanmamış varsayıyorlar.

Görmüyorlar, duymuyorlar!

Sanal ortamlarda dedikodular dolaştırmak, ellerinde bulundurdukları siteleri aracılığı ile popüler olanı itelemek, ‘eleştiri’ adıyla yazılan onlarca işlevsiz yazıyı sayfalarına taşımak, işlerine geliyor olsa gerek.

Gerçeğin üstünü böylelikle örtme telaşı da garip!

Herhangi bir sorunun yanıtını, sayfalarca ipe-sapa gelmez lafla anlatmak da ustalık işi anlıyoruz; ama ne kadar işe yarıyor acaba?

Tiyatro dünyamıza ne katkısı var?

Yalnızca oyun tanıtımları yaparak, ‘reklam peşine düşmek’ ne kadar etik?

Bu ülke de tiyatronun sorunlarına, tiyatro sanatçısının-emekçisinin yaşamına dokunan, tiyatro seyircisinin getirildiği noktaya işaret eden kaç yazı yayımlanıyor?

Alanın başını kaldırmasını istemeyen kaç ‘korkak’ aramızda dolaşıyor?

Bu ülke bütün bu olanları ne kadar hak ediyor diye soruyorum kendime.

Söyleyeceklerim, önce bir küfür gelip boğazımda tıkanıyor sonra özgür bırakıyorum nefesimi ve avazım çıktığınca bağırıyorum.

“Onurlu insan biat etmez-teslim olmaz-boyun eğmez-korkmaz-ürkmez-çekinmez-aklını teslim etmez.”

Sonra derin bir ohhh çekip rahatlıyorum.


oaydinoaydin@gmail.com