28 Haziran 2010 Pazartesi

Hesap sorma zamanı…

Atatürk Kültür Merkezi, AKP tarafından hayalet bina olmaya dönüştürülüyor.

Yapının tüm aksamları tahrip edilip, ölüme terk edildi.

Bir yandan Kültür Bakanı, diğer yandan 2010 AKB Ajansı sorumluluğu birbirlerine atıyorlar.

Ama kent operasız, balesiz, senfonisiz iki koca yıl geçirdi.

Bu kentin gerçek sahipleri, bir kültürel varlık olduğu tescillenmiş olan AKM’nin de gerçek sahipleridir.

Sanatçılar ve sanat alanlarının örgütleri, bilenerek ve isteyerek sanat üretme ve insanla buluşturma özgürlükleri ellerinden alınanlar, rant avcılığının sistemleri uygulamaları yüzünden onurları çiğnenen yurttaşlar, kendi gelecekleri için yeniden birleşmeli ve aşağıdaki suç duyurusuna ortak olmalıdırlar.

‘Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası’ hukukçuları tarafından kaleme alınan aşağıdaki suç duyurusu metni, yaşadığımız tüm süreçlerdeki kanunsuzluğun, keyfiliğin ve suçun da belgesidir.

Bugüne dek yaptığımız tüm çağrıları yanıtsız bırakan sorumlular, zaman geçmeden yargı önüne çıkartılmalıdır.

“ İSTANBUL CUMHURİYET SAVCILIĞI’NA

Sanıklar : 1- Kültür ve Turizm Bakanlığı
2- İstanbul 2010 Avrupa Kültür Ajansı Hakkında Kanun ( 5706 sayılı Kanun ve 26700 sayılı, 14 Kasım 2007 Tarihli Resmi Gazete kurulan geçici teşkilat)

Hadise :

İstanbul Beyoğlu Gümüşsuyu mahallesinde 79 pafta 750 ada 104 parselde bulunan İstanbul Atatürk Kültür Merkezi, İstanbul I numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 07.07.1993 tarih 4720 sayılı kararıyla Beyoğlu kentsel sit alanı içersinde kalmaktadır.(Ek 1) Aynı kurul 06.01.1999 gün 10521 sayılı kararla Atatürk Kültür Merkezini korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil etmiştir.(Ek 2) İstanbul II numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu 30.10.2007 gün 1344 sayılı kararla da koruma grubunu 1. grup olarak belirlemiştir.(Ek 3)

Kentsel sit alanında ve tescilli bir yapıda 2863 sayılı yasa, yönetmelik, yönerge, ilke kararları ve kararların devamlılığı ilkelerine aykırı olarak koruma kurulu üyeleri; rölövesi 06.12.2006 gün 689 sayılı kararla onaylı yapıda, rölövesine genel hatlarıyla uyan( bir iki değişiklik hariç) avan projeyi 14.05.2008 gün 1783 sayılı kararla onaylamıştır.(Ek 4) Kurul bu kararında tasdik edilen avan projeye göre uygulama projelerini istemiş, ancak 24.12.2008 gün 2268 sayılı kararla yapının rölövesine göre çok farklı, 660 ve 665 sayılı ilke kararları, yönetmeliğe aykırı başka bir avan proje onaylamıştır.(Ek 5)

Koruma Bölge Kurulu Cumhuriyet dönemi mimari eseri olarak tescilli olan bu yapıyla ilgili çeşitli zamanlarda çelişkili kararlar almıştır.

Atatürk Kültür Merkezi cephesine bez afiş asılmasını 16.06.2006 gün 374 sayılı kararla uygun bulmayan (Ek 6), aynı konuda bakanlığın diğer başvurusunu 27.07.2006 gün 473 sayılı kararla uygun bulmayan(Ek 7), 18.06.2008 gün 1869 sayılı kararla yine aynı isteği 665 sayılı ilke kararına göre reddeden(Ek 8) koruma kurulu üyeleri, 04.07.2008 gün 1918 sayılı kararla(Ek 9) bu kez Atatürk Kültür Merkezi binasının cephesine reklam panosu asılamıyacağına, ancak AKM’de yapılacak tamir ve tadilat için kurulacak iskeleye, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında kültür ve sanatla ilgili, Türkiye’yi tanıtıcı bilgilendirici olmak kaydıyla ve iskele söküldüğünde kaldırılmak üzere tanıtım ve bilgilendirme panosu asılabileceğine karar vermiştir. Aynı kurul 12.11.2008 gün 2185 sayılı kararla da(Ek 10) daha önce almış olduğu kararından vazgeçerek Atatürk Kültür Merkezi’nin ön cephesine yapının restorasyonu sırasında kuralacak iskeleye, restorasyon süresi ile sınırlı olarak reklam panosu asılmasında sakınca olmadığı kararını vermiştir.

Bu karar 665 sayılı ilke kararına aykırıdır. Koruma kurulu daha önce aldığı kararlarla reklam asılmasının 665 sayılı ilke kararına aykırı olduğunu vurgulamış, ancak daha sonra aykırı olduğunu belirttiği konuda geçici olarak reklam asılabileceği iznini vermiştir.

Yasalara aykırı bir husus varken, yasak olan bir şeyi belli bir süre için de olsa, yasağa kaldırdım diye bir yetki Koruma Kurulunda yoktur.

Tüm bunların sonucunda Atatürk Kültür Merkezinde proje kapsamında yapılan yıkım çalışmasında İstanbul 9. İdare mahkemesinin 2009 /79 E: 2009 /2088 K. Sayılı dosyasında yaptırmış olduğu bilirkişi incelemesi sonucunda Atatürk Kültür Merkezinin yıkım ve tadilat çalışmalarını yasaya ve mevzuata aykırı bularak iptal etmiştir.

Atatürk Kültür Merkezinde sanıklar eliyle yaptırılan yasaya aykırılıklar şöyledir :

Yerinde yapılan incelemeye ait değerlendirmede; duvar, döşeme ve kolonlarda büyük tahribatlar yapıldığı 2863 sayılı yasanın 9. maddesinin ihlal edildiği, büyük salonun döşemelerinin koltuklar ve ahşap duvar kaplamalarının gerekli koruma kararı olmadan söküldüğü saptanmış, yapının 1. Grup korunması gerekli yapı (kültür varlığı) olması ve Kültür ve Tabiat varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun 05.11.1999 tarih ve 660 sayılı Taşınmaz Kültür varlıklarının gruplandırılması Bakım ve Onarımla ile ilgili İlke kararı , ayrıca Bayındırlık Bakanlığının Kültür ve Turizm bakanlığı’na yapının bakım, onarım ve yenileme çalışmaları için verdiğitelif hakkının şartları incelendiğinde , söz konusu avan proje tadilatının uygun olmadığı, Cumhuriyetin ve modernizmin hakim düşünce yapıusı doğrultusunda Kültür ve sanat faaliyetlerinin önemli bir odağı ve sembolü olan Atatürk Kültür merkez’nin sosyo kültürel ve tarihsel kimliğini oluşturan mekansal, biçimsel ve yapısal özelliklerinin , söz konusu avan proje tadilatı ile değiştirildiği, yapının genel karakterinde değişikliğe yol açan ve özgün yapısını bozan önerilerin yapıldığı, avan proje tadilatında özgün mekansal kurgu, plan özelliği. Malzeme özelliklerinin göz ardı edildiği, korunması gereken en önemli değer olan “özgünlük değeri”nin ise biçim ve tasarım, malzeme ve doku, kullanım ve işlev , gelenekler ve teknikler, yer ve konum, uh ve duygudan oluşmakta olup kültür varlığının kimliğini oluşturduğu, dolayısıylakoruma yaklaşımının vazgeçilmezi ve varlık nedeni olduğu, söz konusu kültür varlığının yapılacak esaslı onarımında kütle ve kontur özelliği, cephe özelliği ve plan kurgusuna zarar vermeden, yapı için çok gerekli olan mekanik ve tesisat açısından çağdaş sistemlerin yapıya uyarlanıp, gerekli yalıtım ve detay hatalarının da giderilerek yapının döneminin özellikleri, mimari kimliğini ve özgünlüğünü bozmadan onarımının yapılması gerektiği, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüklerinin Çalışma Esaslarına İlişkin Yönergenin (30.06.2006 tarih , 306448 sayılı Bakanlık onaylı) kararlara ilişkin esaslar başlıklı 8€ maddesinde yer alan “Karar ebnzer konularla ve varsa daha önce alınmış koruma Bölge kurulu ve yargı kararlarıyla çelişki göstermez, kendi içinde bütünlük sağlar” kuralına uygun olmadığı, sonuç olarak kentsel sit alanında kalan kültür varlığı olarak tescil edilen koruma grubu 1 olan Atatürk Kültür merkezi olarak adlandırılan yapının , önerilen avan proje tadilatı ile günümüze ulaşmış sosyo-kültürel , tarihi kimliğini oluşturan mekansal, biçimsel, yapısal özellikleri ile çevre içindeki özgün konumunun korunmadığı, ilgili mevzuat hükümleri ile ilke kararlarına uygun olmadığı kanaatine varılmış.

Tanımlamaya çalıştığımız, yasaya aykırı yıkım ve tadilat çalışmaları sonucunda Atatürk Kültür Merkezi şu anki haliyle kullanılamaz durumda bırakılmış ve mahkemenin söz konusu projeyi iptal etmesinden sonra Atatürk Kültür Merkezi yıkımı yapan sanıklar tarafından eski haline getirilmeden bırakılmıştır. Bunun sonucu olarak da söz konusu yerde sanat çalışmaları icra edilemez hale gelmiş ve sanat çalışmalarının yapılması için İstanbul’un çeşitli yerlerinde kiralık mekanlar tutularak devlet hiçbir luzum yokkken zarara uğratılmıştır ve halen de devam etmektedir. Bnunun yanında Atatürk Kültür merkezinin yapılan yıkım sebebiyle kapalı olması nedeniyle İstanbul halkının da Bale, Tiyatro ve benzeri sanatsal etkinliklerden mahsur kalmasına meydan bırakılmıştır.

Yukarıda izah ettiğimiz ve resen gözetilecek nedenlerle sanıklar ve ilgili kurumlar hakkında Türk Ceza Kanununun ilgili maddeleri gereği haklarında kamu davası açılarak cezalandırılmalarını saygılarımızla arz ederiz. “

Şimdi sıra, suç duyurusuna ortak olacak olan özgür bireylerin, sanat alanları örgütlenmelerinin ve İstanbul halkınındır.

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, 2010 AKB Ajansı’nın başı Şekip Avdagiç, Ajans’ın yürütücüsü bakanlar, vekiller ve diğer kamu yöneticileri hesap vermelidirler.

AKM, Koruma Kurulu kararları gereğince onarılmalı, önümüzdeki sezona yetiştirilmelidir.

Bu yurttaşlık hakkını umursamayan AKP ve yandaşları sabrımızı sınamaktan, İstanbul ve ülke halkını aptal yerine koymaktan bir an önce vazgeçmelidirler.

AKM için de sanat üreten sanatçı dostlar, geleceklerine sahip çıkmalıdırlar.

Daha iki gün önce Parlamento’da ilgili komisyondan geçen ‘Kütüphaneler, Kültür Merkezleri, Danışma Büroları, Güzel sanatlar Galerileri ve Müzelerin İl Özel İdarelere Devri’ yasasının ardından gelecek olan tasarı, ‘Opera-Bale ve Senfoni’nin özelleştirilme’ yasasıdır.

Bugün sanat üretim mekanları kimsesizliğe itilenlerin, yarın meslekleri satılığa çıkartılacak ve uluslararası sanat pazarlamacılarının kirli ellerinde yitip- yok olup gidecekler.

Bu madrabazlığa göz yummak, bir sorumsuzluk değil ise nedir?

Sanatçılar, sanat emekçileri, örgütleri ve İstanbul halkı, Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası’nın yürüttüğü hukuksal süreçlere dahil olmalıdırlar.

Bu kör düğüm çözülmelidir.

oaydinoaydin@gmail.com
SİVAS 93 KATLİAMI’NDA YİTİRİLEN SANATÇILAR, AYDINLAR VE YAZARLAR
NHKM’DE ANILACAK.

2 Temmuz 1993’te Madımak otelini ateşe veren yobazların yaktıkları; Asım BEZİRCİ, Behçet AYSAN, Metin ALTIOK, Hasret GÜLTEKİN, Uğur KAYNAR, Asaf KOÇAK, Nesimi ÇİMEN gibi 33 sanatçı, aydın ve yazar aynı günün yıldönümü olan 2 Temmuz 2010’da, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin bahçe sahnesinde Pir Sultan Abdal deyişleri, şiirleri ve türküleri ile anılacak.

Tiyatro oyuncuları, Orhan AYDIN, Metin COŞKUN, Ender YİĞİT, Ayşegül ALPAK, Cansu FIRINCI, Şair Efe DUYAN şiirlerle, Ufuk KARAKOÇ ve Emin İGÜS’ün Pir Sultan ABDAL deyişleri ve türküleri ile katılacakları etkinlik, ‘Sivas 93’ belgeselinin gösterimi ile son bulacak.

Etkinliğe katılan sanatçılar adına yapılan açıklamada;

“Bu gün katillerin halen elini kolunu sallaya sallaya aramızda dolaştığı gerçeği ile yüz yüzeyiz. Ne kaldı geriye diye bir soru yöneltildiğinde görülen odur ki AKP, Sivas katillerinin koruyucusu, savunucusu, besleyicisi durumundadır. Aradan 17 yıl geçmesine karşın, Madımak otelinin bir ‘İnsanlık tarihi’ müzesine dönüştürülmemiş olmasının asıl nedeni de budur. İçlerinde insan katillerini barındıran bir siyasi parti ne kadar demokrasi ve insan hakları savunucusu olursa, AKP de o kadar demokrasi ve İnsan hakları savunucusudur. Sivas’ta ateşe verilenler bizim canlarımızdır ve hesapları soruluncaya kadar bu acı bu zulüm dinmeyecektir.” denildi.

Katliamın 17. yılında “NE KALDI GERİYE” adıyla yapılacak etkinlik saat 21.00’da NHKM/ Kadıköy’ün bahçe sahnesinde katılımcılarla buluşacak

21 Haziran 2010 Pazartesi

Beberuhi…


Yargıtay ‘Cihaner davası’ ile ilgili kararını açıklayınca anladık ki, beyefendi kendini yargının da başı sanıyor.

Kafasında kurduğu süreç kendi istekleri doğrultusunda işlemeyince, çıldırıyor!

Benim gördüklerimi, tüm ülke yurttaşları da gördü sanıyorum.

Olaydan hemen sonra yapılan AKP grup toplantısında kaşı-gözü-sözü oynamaya başladı.

Bu gidişle, adam tikler edinecek.

Yazık.

Her konuşmasında, mesela sağ kaşı sürekli inip-kalkan bir başbakan düşünüyorum da, gerçekten komik olurdu!

Anlayacağımız işin çivisi çıkmış ki, bir hiddet bir celallenme demeyin gitsin.

Beyefendinin kürsüden lanetlediği yüksek yargının adı 'Yargıtay'dır.

Dünya’nın hangi ülkesinde olursa olsun başbakan olarak, bir mahkemenin verdiği kararlarının üstüne çıkıp tepinmek, kendi ülkesinin yargı güvenliğini, saygınlığını hükümet aracılığı ile ayaklar altına almaktır.

Amaç da bu olsa gerek.

Ezip-çiğneyip yok etmek, siyasal yandaşlarının gözünde hukuku aşağılamak, küçük düşürmek, hiçe saymak.

Bu durumu ülke yurttaşları olarak bekliyorduk.

Galiba bu yüzden pek şaşırmadık.

Ama, Yargıtay kararının açıkladığı günün gecesi, TV izleyenleri daha büyük saygısızlıklar gördü!

Beyefendi'den cesaret alan bir dizi ‘Beberuhi’ kılıklı gazeteci- hukukçu- dinci-yobaz-liboş tayfa, büyük korolar halinde aynı nağmeyi dillendirdiler.

“Bu karar yasalara uygun değil, hukuk çiğnenmiştir.”

Hele TRT ekranlarında adını, sanını ilk kez duyduğumuz ‘değerli hukukçular’ vardı ki, Yargıtay’ ı ve kararlarını yerin dibine geçirme yarışına girdiler.

İçlerinden birini yıllardır tanıyoruz.

Ilıcak ailesinin iftihar ettiği ve ülke sağının, gericiliğinin, ırkçılığının bağrına basıp besleyip, büyüttüğü Nazlı Ilıcak.

Kadının ağzından sol’a karşı, Cumhuriyet ve kuruluş felsefesine karşı, kin ve kan damlıyor.

Siyasi geçmişi, eli kanlı, vurguncu, çeteci, kara para aklayıcı ve daha bilmem neci bir sürü şey ile özdeş bu küçük hanım, AKP denince titremeye başlıyor, Recep denenci secdeye varıyor.

Şimdi de yüreğinden vurulmuş gibi, inliye inleye bağırıyor!

“Bu karar hukuk dışıdır ve AKP'ye karşı alınmıştır, yargı siyasallaşmıştır”

Titrek ve sinir bozucu vurgularla süren konuşmasıyla, kararı alanları infaz edip canlarına ot tıkıyor!

Tehditler savuruyor.

“Şimdi birileri seviniyorlar, ama söylüyorum son gülen iyi güler”

Bunu söyleyen bir vekil eskisi-gazeteci-yazar kimliği olan bir yurttaş.

Aman ne yurttaş!

Hadi geçmişini tek tek eşelemeyelim üstümüze bir yığın pislik saçılır, ancak yakın tarihle ilgilenenler bu küçük hanımı iyi tanırlar.

Merve Kavakçı denen, başı ve beyni türbanlı bir zavallının elinden tutarak, Parlamentoya sokmuştu.

Çıkan tartışmalarda din bezirgânları gibi nutuklar çekmiş, “türbana özgürlük” eylemlerinin vazgeçilmezi olmuştu.

O gün sığındığı dinci gericiliğin bağrındaki yerini, bir daha sökülüp atılamayacak bir biçimde sağlama almıştı!

Bugün de sorunuz, ‘yine aynı şeyleri yapmaya hazır’ olduğunu söyleyecektir.

Şimdilerde Çalık grubunun gözdesi ve elbette AKP'nin amansız savunucusu.

Burası tamam bunu anladık da, bu hanım nasıl oluyor da tüm TV tartışma programlarının vazgeçilmezi oluyor?

Hem de çoğunlukla Doğan medya grubundaki programların.

Ortada bir anlaşma filan mı var, yoksa kadıncağız çok mu yetkin?

Bunu anlayamıyorum.

Her konuda ‘bilgi sahibi’ belki ondandır.

Belki de tartışmaları anlamsız laflarla boğma, sönümlendirme, içeriğini öteletme yeteneği var ondandır.

Ama bana usanç geldi.

Aynı edayla, aynı cümlelerle ve kıt akıl yanıtlarıyla, aynı aşağılama ve hor görme tavırlarıyla bu hanımı ekranlarda görmekten, bir yurttaş olarak utanç duyuyorum.

‘Kolayı var kapat gitsin’ diyebilirsiniz.

Kapatmak bir yana, bu gidişle evdeki TV'den olacağım. Parçalamamak için, kumandayı eşimin ellerine teslim ediyorum.

Nazlı kadın AKP için; herkese ve her şeye bağırıp-çağırıp hiddetlenince, bir an bir yolculuk düşüyor aklıma.

Ustam Tuncer Necmioğlu ile birlikte 2003 yılı Temmuz ayında Antalya’dan İstanbul’a dönüyoruz, bu küçük kadın önümdeki koltukta oturuyor; laf geçirmek için yanıp tutuşuyorum. Onun duyabildiğinden emin olduğumuz, bir sürü vurgun-talan-dolan hikâyesi anlatıp adını kullanıyorum, hiç oralı olmuyor. Bir yandan da ustam beni dizginlemeye çalışıyor. “Sakin ol, orta oyununda dalkavuk karakteri Beberuhi tiplemesini unutma. Sen söylersin o güler, sen gülersin o gürler, adamı sinir eder”

Ustamı dinliyor bir an susuyorum.

Pişkin şey, dönüp Necmioğlu’na başıyla selam veriyor, bana da pis pis sırıtıyor.

Nasıl bir sıradanlıkla karşı karşıya olduğumuzu, o gün daha iyi anlıyorum.




oaydinoaydin@gmail.com

14 Haziran 2010 Pazartesi

Oyunun kuralı…


Tiyatro sezonu bitti.

Turnelere çıkan topluluklar Anadolu’da seyircileriyle buluşmaya hazırlanıyorlar.

Ülkenin önemli bir bölümü tiyatro için çorak, verimsiz.

İç Anadolu, Güneydoğu ve Karadeniz tiyatro sevgisini giderek yitiriyor!

Bu bölgelere turne yapan topluluklar seyirci bulamamaktan yakınıyorlar.

Yokluk ve yoksulluk arttıkça, çağdaşlığın yerine gericilik ve ırkçılık toplumu kuşatmaya başlayınca, insanlarımız sanat etkinliklerinin izleyeni olmaktan kendiliğinden öteleniyorlar.

Çok değil, daha beş yıl öncesine kadar, her bölgenin atar damarı olan illerde bile seyirci edinmek zorlaştı.

Ankara, Samsun, Trabzon, Adana, Konya, Diyarbakır bu illerin başında yer alıyor.

Marmara, Ege, Akdeniz ve Trakya ise canlı.

Evine ekmek götürmekte zorlanan emekçiler, yaşamaya dair sevinçlerini, umutlarını çoğaltmak için, Tiyatro’nun hayatlarına kattığı zenginlikten haberdar olsalar gerek.

Bu yüzden, ‘iyi oyunlar’ izlemek için fırsat kolluyorlar.

Bazı ‘iki kalas bir heves’ yapılan sıradan işleri saymazsak, bu bölgelerde dolaşan onlarca topluluk var ve hemen hepsi buluştukları seyirciden umutlular.

İşi ayağa düşürenlerden, sıradanlaştırıp basitleştirenlerden, tiyatro sanatının içini boşaltıp anlamsızlaştıranlardan yakınmalar ise dorukta.

“Yarım ekmek arası bir buçuk bol soğanlı köfte” satar gibi, oyun satma pazarlıkları yapan, yetişkinler için bir oyun’un yanında iki seans da çocuk oyunu’nu akıl almaz derecede düşük rakamlarla pazarlayan bazı tiyatrolar, ‘işin suyunu çıkarmış’ durumdalar.

Estetik değerlerin ayaklar altına alındığı, her tür eser hırsızlığının yaşandığı, telif ücretlerinin ve sanatçı paralarının ödenmediği gerçekliği ise, artık kanıksanmayan bir durum!

Bu tür tiyatroların patronları da ‘oyun taşımakla’ övünüp, Türkiye’nin ‘en çok turne yapan tiyatroları’ adıyla anırlar.

Yükü oyuncuların, yazarların ve seyircilerin sırtına yükleyince ve de işi ucuzlatıp sıradanlaştırınca da dolaş babam dolaş!

Bu ülkede her ucuz ‘mal’ın’ alıcısı vardır. Tiyatroda da olduğu gibi.

Bu gözü kör olası AKP, ve onun insanlarımızın damarlarına kadar yaygınlaştırdığı yoksulluk yüzünden olsa gerek ki iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırt etme duyarlılıklarını yitirmiş bir ülke olduk.

Bu durum bazı gözü açıklara, gün doğmasına neden oldu.

‘Ucuz olsun benim olsun’, ne oynanıyor nasıl oynanıyor, ne anlatıyor, nasıl anlatıyor, yapılan şey tiyatro mudur, yoksa bir heves giderme aracı olarak insanlarımızın kullanılması mıdır?

Bunların değerlendirmesi yok.

Böyle olunca da meydan, iştahı giderek kabarmış ve adı ‘dolandırıcıya’ çıkmış organizatörlere, vur-kaç yapmak için ortaya çıkan, bu gün var ama yarın olmayan topluluklara kalıyor.

Her defasında sorup duruyorum.

Anadolu’da karış karış dolaştığını söyleyen bu topluluklar, sanatçı arkadaşlarımıza ne kadar ödüyorlar, ne kadar telif ücreti veriyorlar, ne kadar vergi ödüyorlar, kaç arkadaşımız sigortalıdır, kaçının iş güvencesi vardır?

Bilinmiyor, bilinmez. Sırdır, saklanır, gizlenir, gerekirse kalem oynatılır, üstü örtülür.

Ama bakanlık destekleri açıklandığında en yüksek rakam bu beylere verilir.

Neden?

Bilinmez. Orada siyasal cambazlıklar mı döner, yoksa dosyalar savaşında komisyonlar mı ‘öpülür’? Ne olur, nasıl olursa, iş kotarılır.

Bakanlık desteği dağıtılmaya başlandığının ilk yıllarında, bu komisyonlara itirazlar çığ gibi yükselmişti. Bazı ilişkiler açığa çıkınca, birileri oralardan kendiliğinden ayrılmak zorunda kalmıştı! Birileri ise, adeta yapışık biçimde halen oradalar.

Sonuçlarını birlikte yaşıyoruz.

Dünden bu güne bakın lütfen göreceksiniz. ‘İstanbul tiyatro dukalığı’, ‘aslan payını’ almaktan hiçbir zaman geri durmadı.

Kırk yıldır aynı sulu zırtlak vodvil oyunların isimlerini, kastlarını değiştirerek oynayanlar, klasik metinleri ters-yüz ederek içine edenler, tiyatro diye sahnelere yatak odası anılarını taşıyıp, tek kişilik cambazlıklar yapanlar, ne suya ne sabuna mantığını yaşam biçimi edinenler, hep birilerinin başının tacı oldular.

Salonlarını ayakta tutmak için direnenler, yaptıkları oyunların estetik çıtalarından taviz vermeyenler, sanatçılarının haklarını koruyanlar, yazarlarına, çevirmenlerine saygı ile yaklaşanlar ise, hep ötelendiler.

Bu günler Bakanlığa başvuruların ilk günleri, yine ortalarda dosyalar uçuşuyor.

Geçen yıl bakanlık fonundan para alıp, perdelerini en az 25 kez açan, kaç tiyatro var bilmek istiyorum.

Nerede oynamışlar, salon tutanakları var mı? Faturalar kesilmiş mi?

Yoksa gazete ilanları verilmiş, düzmece tutanaklar düzenlenmiş ve oyunlar ‘oynandı’ gibi mi gösterilmiş?

Bunu önemsiyorum.

İçimizdeki kirliliğin, pisliğin ayak izlerinden biri de bu olduğu için önemsiyorum.

Yurttaşların vergilerinden biriken, alınlarının akıyla seyircileri ile buluşup, faturalarını kesip vergilerini ödeyen onlarca tiyatronun yarattığı bir fon söz konusu olduğu için önemsiyorum.

Bakanlık şimdi yeni bir uygulamanın peşinde!

Tiyatroların kestikleri faturalarının orijinalini istiyor dosyalarla birlikte.

Hangi akla hizmet bilinmez.

Bununla neyi önleyecek o da bilinmez.

Tiyatroların mağdur olacağı ise açık.

Yarın herhangi bir denetim yapıldığında, ‘Orijinal faturalar bakanlıkta kusura bakmayın’ mı denecek?

Dileriz bu duruma düşülmez.

Bu işin sonu yok.

Alanı kirleten ‘tiyatro esnafları’, defterlerini dürüp dükkanlarını kapatmadığı sürece, içimizdeki kir yıkanmadığı sürece, fatura ve tutanak sahtekarlığı bitirilmediği sürece bu tür bürokratik önlemler çözüm üretmez, aksine işi zorlaştırır..

Bakanlıktaki komisyon gerçek tiyatro adamlarından, yaratıcılarından oluşmadığı; o fon hak edenlere hakça dağıtılmadığı; siyasi kollamalar çıkarlar ötelenmediği sürece, o devenin boynu da hep eğik kalacaktır.

Hırsızlar hırsız kalacak da, gerçek yaratıcılar bağırıp-çağırıp sonunda bu kirli sisteme, şimdi olduğu gibi esir mi düşecekler?

Ertuğrul Günay’ın istediği bu mudur?

Peki kim kıracak, bu pis oyunun pis kurallar zincirini?


oaydinoaydinqgmail.com.

7 Haziran 2010 Pazartesi

Alan da memnun, satan da…


Mavi Marmara, Sarayburnu önünde demirlerdi.

Yaz aylarında Avşa ve Marmara Adası’na tatile giden İstanbulluları taşırdı.

Benim de bir çok kez yolculuk ettiğim oldu.

Yolculuklarında aşklar, umutlar, sevinçler, hüzünler karışırdı birbirine.

Marmara’nın serin sularına kavuşmak için dişinden tırnağından artıran, İstanbul emekçilerinin gemisiydi Mavi Marmara.

Akdeniz’de uluslararası sularda, ‘yardım’ malzemesi’ ve ‘gönüllülerle’ dolu iken, İsrail tarafından katliam uygulanarak ‘ele geçirilen’ bu gemi, nasıl odu da İHH’nın malı oldu?

AKP’li Büyük Şehir Belediyesi kuruluşu İDO’nun demirbaşı olan Mavi Marmara, hangi şartname ile nasıl bir ihale yöntemiyle satıldı?

Detayları karmakarışık.

Ama sonuç şu ki, Ocak 2010’da ihale edilen gemi ‘alıcı bulmayınca’ Mart 2010’da 1 milyon 800 bin dolara, ilk ihale bedelinden 450.00 TL daha ucuz bir rakama, hem de ‘gizli zarf usulü’ ile İHH denen kuruluşa devredildi.

Bu rakam, Mavi Marmara’nın 1.100 kişilik yolcu kapasitesini, teknik özelliklerini ve maliyetini düşündüğümüzde sudan ucuz.

Sonuçtan alan da memnun, satan da!

Bir ‘sivil toplum kuruluşu’ olduğu söylenen İHH, bu miktarda paraya nasıl, nereden sahip oluyor?

Bilinmiyor.

Ama bilinenler var.

İHH, AKP ile göbekten bağlı kadroların girişimi, desteği ile kuruldu ve yaşatılıyor.

İHH yüze yakın dinci örgüt ve vakfın çatı örgütü olan Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı’nın (TGTV) üyelerinden biridir.

Bu Vakfın kurucuları arasında kimler yok ki.

Faysal Finans’ın Türkiye’deki kurucusu ve ortaklarından Ahmet Tevfik Paksu, Eski Milli Türk Talebe Birliği Başkanlarından Rasim Cinisli, AKP’li Eski Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, AKP Genel Başkan Yardımcısı ve eski İç İşleri Bakanı Abdülkadir Aksu, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, kapatılan RP’nin Eski Kültür Bakanı İsmail Kahraman (nam-ı değer ‘takunyalı’), AKP eski İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş, Al Baraka Özel Finans Kurumu’nun ilk ortaklarından Korkut Özal ve eski iş ortağı Hasan Kalyoncu, Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu..

Ve elbette TGTV bağlı olduğu bilinen Birlik Vakfı’nın kurucuları arasında Recep Tayyip Erdoğan vardır.

Yine TGTV üye olan İlim Yayma Cemiyeti’nin üyeleri arasında Hayati Yazıcı, Eski Çankırı Milletvekili Hikmet Özdemir, Dayanışma Vakfı eski Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz,, Ankara Kültür ve Eğitim Vakfı’ndan Ali Yüksel Kavuştu, Elazığ İlim ve Hayra Hizmet Vakfı’ndan eski Elazığ AKP Milletvekili Zülfü Demirağ, Gençleri Evlendirme ve Mehir Vakfı’ndan AKP eski Konya Milletvekili Halil Ürün.

Ve bir bağlantı daha: İHH’nin bugünkü mütevelli heyetinde yer alan aynı zamanda Mazlum-Der Genel Başkanı olan Makine Mühendisi Ahmet Faruk Ünsal da, bir dönem önce AKP’den Adıyaman Milletvekili seçilmiştir.

Bu isimlere bakınca, Mavi Marmara gemisinin kimlere güzellendiğini anlamak zor olmasa gerek!

Bu arada ‘Gazze ablukasını kırmak’ adına Avrupa, Asya, Amerika, Afrika demeden dolaşıp destekler arayan; Abdurrahman Dilipak ve Şanar Yurdatapan’ı unutmamak gerek!

Bu iki ünlü ‘elçi’, kimlerden destek aldı?

Hangi kuruluşlardan, kişilerden, şirketlerden, örgütlerden ne kadar para toplandı?

Bu beylerin 6 ay süren ‘büyük destek gezisi’nin’ bütçesini kimler karşıladı?

Bilinmiyor.

Gezilen ülkelerde yapılan üst düzey görüşmeler, konaklamalar, uçak seferleri hayli yüklüce bir miktar olsa gerek!

İHH Başkanı, “Dünya’nın 120 ülkesi’nde örgütlü” bir yapılaşmadan söz ediyor.

Bence bu açıklama, AKP’nin ve ona bağlı gibi çalışan tüm dinci dernek, vakıf gibi yapıların, nerelerden neler devşirdiğinin kanıtından başkaca hiç bir şey değildir.

İHH örneğinde görüldüğü gibi, ‘sivil örgüt’ de olsa, arkasına T.C desteğini alan bir dinci-gerici Vakıf, adeta tüm dünyayı fethe çıkmıştır.

İstanbul’da cenaze törenlerinde gördüğümüz resim, bu yüzden beni şaşırtmamıştır.

Önde İstanbul Valisi, Emniyet Müdürü, Hükümet adına Egemen Bağış ve Mavi Marmara Gemisi’ni İHH’ya güzelleyen Belediye Başkanı Kadir Topbaş arkalarındaysa ‘tekbiiiirrrr’ diye ünleyen, şeriat çığlıkları savuran çoğul.



oaydinoaydinagmail.com