Oyunun kuralı…
Tiyatro sezonu bitti.
Turnelere çıkan topluluklar Anadolu’da seyircileriyle buluşmaya hazırlanıyorlar.
Ülkenin önemli bir bölümü tiyatro için çorak, verimsiz.
İç Anadolu, Güneydoğu ve Karadeniz tiyatro sevgisini giderek yitiriyor!
Bu bölgelere turne yapan topluluklar seyirci bulamamaktan yakınıyorlar.
Yokluk ve yoksulluk arttıkça, çağdaşlığın yerine gericilik ve ırkçılık toplumu kuşatmaya başlayınca, insanlarımız sanat etkinliklerinin izleyeni olmaktan kendiliğinden öteleniyorlar.
Çok değil, daha beş yıl öncesine kadar, her bölgenin atar damarı olan illerde bile seyirci edinmek zorlaştı.
Ankara, Samsun, Trabzon, Adana, Konya, Diyarbakır bu illerin başında yer alıyor.
Marmara, Ege, Akdeniz ve Trakya ise canlı.
Evine ekmek götürmekte zorlanan emekçiler, yaşamaya dair sevinçlerini, umutlarını çoğaltmak için, Tiyatro’nun hayatlarına kattığı zenginlikten haberdar olsalar gerek.
Bu yüzden, ‘iyi oyunlar’ izlemek için fırsat kolluyorlar.
Bazı ‘iki kalas bir heves’ yapılan sıradan işleri saymazsak, bu bölgelerde dolaşan onlarca topluluk var ve hemen hepsi buluştukları seyirciden umutlular.
İşi ayağa düşürenlerden, sıradanlaştırıp basitleştirenlerden, tiyatro sanatının içini boşaltıp anlamsızlaştıranlardan yakınmalar ise dorukta.
“Yarım ekmek arası bir buçuk bol soğanlı köfte” satar gibi, oyun satma pazarlıkları yapan, yetişkinler için bir oyun’un yanında iki seans da çocuk oyunu’nu akıl almaz derecede düşük rakamlarla pazarlayan bazı tiyatrolar, ‘işin suyunu çıkarmış’ durumdalar.
Estetik değerlerin ayaklar altına alındığı, her tür eser hırsızlığının yaşandığı, telif ücretlerinin ve sanatçı paralarının ödenmediği gerçekliği ise, artık kanıksanmayan bir durum!
Bu tür tiyatroların patronları da ‘oyun taşımakla’ övünüp, Türkiye’nin ‘en çok turne yapan tiyatroları’ adıyla anırlar.
Yükü oyuncuların, yazarların ve seyircilerin sırtına yükleyince ve de işi ucuzlatıp sıradanlaştırınca da dolaş babam dolaş!
Bu ülkede her ucuz ‘mal’ın’ alıcısı vardır. Tiyatroda da olduğu gibi.
Bu gözü kör olası AKP, ve onun insanlarımızın damarlarına kadar yaygınlaştırdığı yoksulluk yüzünden olsa gerek ki iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırt etme duyarlılıklarını yitirmiş bir ülke olduk.
Bu durum bazı gözü açıklara, gün doğmasına neden oldu.
‘Ucuz olsun benim olsun’, ne oynanıyor nasıl oynanıyor, ne anlatıyor, nasıl anlatıyor, yapılan şey tiyatro mudur, yoksa bir heves giderme aracı olarak insanlarımızın kullanılması mıdır?
Bunların değerlendirmesi yok.
Böyle olunca da meydan, iştahı giderek kabarmış ve adı ‘dolandırıcıya’ çıkmış organizatörlere, vur-kaç yapmak için ortaya çıkan, bu gün var ama yarın olmayan topluluklara kalıyor.
Her defasında sorup duruyorum.
Anadolu’da karış karış dolaştığını söyleyen bu topluluklar, sanatçı arkadaşlarımıza ne kadar ödüyorlar, ne kadar telif ücreti veriyorlar, ne kadar vergi ödüyorlar, kaç arkadaşımız sigortalıdır, kaçının iş güvencesi vardır?
Bilinmiyor, bilinmez. Sırdır, saklanır, gizlenir, gerekirse kalem oynatılır, üstü örtülür.
Ama bakanlık destekleri açıklandığında en yüksek rakam bu beylere verilir.
Neden?
Bilinmez. Orada siyasal cambazlıklar mı döner, yoksa dosyalar savaşında komisyonlar mı ‘öpülür’? Ne olur, nasıl olursa, iş kotarılır.
Bakanlık desteği dağıtılmaya başlandığının ilk yıllarında, bu komisyonlara itirazlar çığ gibi yükselmişti. Bazı ilişkiler açığa çıkınca, birileri oralardan kendiliğinden ayrılmak zorunda kalmıştı! Birileri ise, adeta yapışık biçimde halen oradalar.
Sonuçlarını birlikte yaşıyoruz.
Dünden bu güne bakın lütfen göreceksiniz. ‘İstanbul tiyatro dukalığı’, ‘aslan payını’ almaktan hiçbir zaman geri durmadı.
Kırk yıldır aynı sulu zırtlak vodvil oyunların isimlerini, kastlarını değiştirerek oynayanlar, klasik metinleri ters-yüz ederek içine edenler, tiyatro diye sahnelere yatak odası anılarını taşıyıp, tek kişilik cambazlıklar yapanlar, ne suya ne sabuna mantığını yaşam biçimi edinenler, hep birilerinin başının tacı oldular.
Salonlarını ayakta tutmak için direnenler, yaptıkları oyunların estetik çıtalarından taviz vermeyenler, sanatçılarının haklarını koruyanlar, yazarlarına, çevirmenlerine saygı ile yaklaşanlar ise, hep ötelendiler.
Bu günler Bakanlığa başvuruların ilk günleri, yine ortalarda dosyalar uçuşuyor.
Geçen yıl bakanlık fonundan para alıp, perdelerini en az 25 kez açan, kaç tiyatro var bilmek istiyorum.
Nerede oynamışlar, salon tutanakları var mı? Faturalar kesilmiş mi?
Yoksa gazete ilanları verilmiş, düzmece tutanaklar düzenlenmiş ve oyunlar ‘oynandı’ gibi mi gösterilmiş?
Bunu önemsiyorum.
İçimizdeki kirliliğin, pisliğin ayak izlerinden biri de bu olduğu için önemsiyorum.
Yurttaşların vergilerinden biriken, alınlarının akıyla seyircileri ile buluşup, faturalarını kesip vergilerini ödeyen onlarca tiyatronun yarattığı bir fon söz konusu olduğu için önemsiyorum.
Bakanlık şimdi yeni bir uygulamanın peşinde!
Tiyatroların kestikleri faturalarının orijinalini istiyor dosyalarla birlikte.
Hangi akla hizmet bilinmez.
Bununla neyi önleyecek o da bilinmez.
Tiyatroların mağdur olacağı ise açık.
Yarın herhangi bir denetim yapıldığında, ‘Orijinal faturalar bakanlıkta kusura bakmayın’ mı denecek?
Dileriz bu duruma düşülmez.
Bu işin sonu yok.
Alanı kirleten ‘tiyatro esnafları’, defterlerini dürüp dükkanlarını kapatmadığı sürece, içimizdeki kir yıkanmadığı sürece, fatura ve tutanak sahtekarlığı bitirilmediği sürece bu tür bürokratik önlemler çözüm üretmez, aksine işi zorlaştırır..
Bakanlıktaki komisyon gerçek tiyatro adamlarından, yaratıcılarından oluşmadığı; o fon hak edenlere hakça dağıtılmadığı; siyasi kollamalar çıkarlar ötelenmediği sürece, o devenin boynu da hep eğik kalacaktır.
Hırsızlar hırsız kalacak da, gerçek yaratıcılar bağırıp-çağırıp sonunda bu kirli sisteme, şimdi olduğu gibi esir mi düşecekler?
Ertuğrul Günay’ın istediği bu mudur?
Peki kim kıracak, bu pis oyunun pis kurallar zincirini?
oaydinoaydinqgmail.com.
14 Haziran 2010 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder