21 Kasım 2010 Pazar

Hodri meydan…

Fazla değil iki yıl önce sokaklara döküldük.

“Sahnelerimiz yıkılamaz” diye ardı ardına eylemler gerçekleştirdik; TV ve yazılı basınla olup bitenleri paylaşarak, AKM ve Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnelerinin önünde seslerimizi ortaklaştırdık.

‘Yıkılamaz’ dediğimiz sahnelerden Muhsin Ertuğrul’un üstünden AKP’ nin dozerleri geçti.

O gün oradaydık.

Bedri Baykam ile birlikte, şimdilerde ‘düşmüş’ sanat yönetmeni Orhan Alkaya efendinin apar-topar terk ettiği odasından, iş makinelerinin tiyatronun üstüne üstüne sürülüşünü belgeledik.

Cinayete tanıklık ettik.

Ortada kimsecikler kalmamıştı. Alana giriş yasaklanmış, bölge de adeta terör estiriliyordu. Yayalara bile yol verilmiyor, yıkımı izlemek isteyen yurttaşlar, korumalar tarafından sokak ortasında sorgulanıyor, haber yapmak isteyen TV muhabirleri tartaklanıyor, geceleri inşaat alanı köpekli-polis desteği ile koruma altında tutuluyordu.

Tüm yıkım boyunca alanı izlemeye aldık.

TOMEB İstanbul Şube Başkanı Orhan Kurtuldu ve Kültür Sanat Sendikasından dostlarla yaşadığımız tanıklıklar, bir akıl tutulması örneği gibiydi.

Kentin en önemli alanlarından birinde, yine kentin en eski tiyatro salonu rant uğruna kurban ediliyordu; ve ne o tiyatroyu yıllarca dolduran seyirciler ne de o sahnede yıllardır seyircileriyle buluşan oyuncular ortada yoktu.

Tiyatro’nun önündeki heykele kepçeler hücum ederken, yüreğim ağlamıştı.

Hep sormuşumdur kendime, ‘dünyanın hangi çağdaş ülkesinde böyle bir düşmanlık olabilir ve hangi ülkenin sanatçıları bu tür bir duruma seyirci kalır?’ diye.

Yanıtı ortada.

Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkımı bir kanunsuzluk örneği olarak tarihteki yerini aldı.

İstanbul Cumhuriyet Savcılığı görevini yapmamış “yürütmeyi durdurma” kararını uygulamamıştı.

AKP’nin apar-topar hayata geçirdiği Kongre Merkezi düşü kısa zamanda gerçekleşti!

Şimdi bir zamanlar o yamaçta sülün gibi süzülüp duran Muhsin Ertuğrul sahnesinin yerinden beton bir çirkinlik yükseliyor.

Her gün önündeki dehlizden yüzlerce araç geçiyor.

Bu satırların okurları anımsayacaklardır; geçen yıl sahnenin açılışında nutuklar çekilmişti.

Orhan Kurtuldu, Orhan Aydın, Bedri Baykam gibi sanatçılar ile Mimarlar Odası adına Başkan Eyüp Muhcu, bizzat Başbakan tarafından “yıkıma, yeniliğe, çağdaşlığa karşı çıkanlar” olarak duyuruldu. Gösterimi yapılan videolarda konuşmalarımız, kurgulanmış biçimde ‘bir düşmanlık örneği’ diye sunuldu.

Yandaş basın, resimlerimizi yayınlayıp, söylediklerimizi çarpıtıp-bölüp-kesip haber yaparak, ‘düşmanlık örneğine’ bol bol katkı sundular.

Ülke halkı yine sustu.

Açılışta, salonu dolduran ‘yandaş’ sanatçılardan alkışlar koptu.

Sahneden Başbakana teşekkürler yağdıran, Belediye başkanını ele-avuca sığdıramayan bu beylerin ve hanımların adları, ‘belgeli’ bir biçimde tarihe kaldı.

Salon, açılışından iki ay sonra Şehir Tiyatrolarına verildi. Üstünden tam bir yıl geçti.

Gelin görün ki güneş balçıkla sıvanmıyor.

Olup-bitenler unutuldu sanılıyorsa, devlet bağırınca susulacak sanılıyorsa yanılıyorlar. İki yıl önce söylediğimiz her şeyin arkasında olduğumuzun bir kez daha bilinmesinde yarar var.

Bizlerin yıkım öncesi dillendirdiği tüm sorular, halen yanıtsız biçimde ortada duruyor.

Ayrıca, yapılan bina ile ilgili öngördüğümüz ve tüm teknik donanıma yönelik sıraladıklarımız, tek tek gerçeğe büründü!

Bu gerçekleri başlıklar halinde sıralarsak, ne olup bittiğine, binanın ‘yangından mal kaçırır gibi’ apar-topar yıkılıp yerine bu beton yığınının neden yapıldığına, AKP rantının dayanılmaz çekiciliğine ve salonun tiyatro için uygun tasarlanmış olup olmadığına dair sizlerin karar vermesi daha kolay olacaktır.

*Tiyatro binası olarak öngörülen bu yapının mimarı projesi kime aittir? Bu mimar, ülkemizde ya da dünyanın herhangi bir ülkesinde daha önce hangi tiyatro binasını tasarlamış-uygulamıştır?

*Yapılan bina kimin malıdır?

*Eğer bina Şehir Tiyatrolarına kira karşılığı verildiyse, bunun için İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin kasasından ayda kaç lira ve hangi şirkete ödenmektedir?

*Bir tiyatro salonunda olmazsa olmaz ‘kedi yolları’ dediğimiz ışık düzeneklerine ulaşma alanları işlevsel midir?

*Işık rampaları sahneyi görecek biçimde mi düzenlenmiştir?

*Ses sistemi kaç kez ‘müdahale’ gördü ve görmeye devam etmektedir?

*Açılışta bile zevatın başına bela olan ‘bar sistemi’ sağlıklı çalışır durumda mıdır?

*Döner sahne kullanılabiliyor mu?

*Her yağmur yağışında salon kaç yerinden akıtıyor?

*Salonun seyirci giriş-çıkış kapısı standartlara uygun mudur?

*Salonda seyircinin sahneyi ‘görüş açıları’ doğru mu tasarlanmıştır?

*Salon, Şehir Tiyatrolarının yıkılan sahnesi gibi ‘merkez’ olabilecek konumda mıdır?

*Kulisler, prova-kostüm-makyaj-aksesuar ve yönetim odaları yeterli midir?

*Fuaye yeterli midir?

*O tiyatro aynı anda kaç oyunun dekor-kostüm ve aksesuarlarını barındırabilir?

*Yangın ve benzeri önlemler için bina güvenlikli midir?

*Salon ayda kaç kez Şehir Tiyatroları oyunları için kullanılmaktadır?

*Salonun asıl sahibi Şirket, keyfi biçiminde yandaş derneklere-kuruluşlara-partiye salonu ‘tahsis’ ederken, Şehir Tiyatroları yönetimine danışmakta mıdır?

Bu soruların yanıtlarını verecek kaç kişi var? Merak ediyorum.

Geçtik AKP kurmaylarını ve yıkıma imza atan ‘düşürülmüş’ sanat yönetmenini; o gün orada alkışa durup el-etek öpenler, basında bizleri başbakanın küfürbaz ağzıyla karalamaya çalışanlar ne kadar utanıyorlardır dersiniz?

Utanma eşiği çoktan atlandı diyebilirsiniz.

Ancak, ben bir süre daha bekleyeceğim ve eğer bu sorulara yanıtlar oluşmazsa; savlarımın tamamını resimlerle-filmlerle, uygulanmış projenin ‘temel hatalarını’ bilirkişilerle kanıtlayacak, sonra da hem inşaat firması, hem yıkıma imza atan hanımlar-beyler ve Belediye başkanı hakkında, “kamu malına bilerek ve isteyerek zarar verme” suçlamasıyla dava açacağım.

Hodri meydan.

oaydinoaydin@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder