26 Ocak 2010 Salı

Ne zaman…

Ülkemizde yaşanan tüm olumsuzluklara karşın perdelerimiz sonuna kadar açık ve seyircilerimiz salonlarımızı boş bırakmıyor.

Bunca yoksulluğun, işsizliğin olduğu bir ülkede, bu hiç küçümsenmeyecek bir durum olmalı.

60. yaşını adımlayan DT altın yıllarını yaşıyor.

İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolarının üstünde, siyasi erkin tüm baskılarına karşın, yaratıcı dostlarımız üretiyor ve seyircileri ile buluşuyor.

Eskişehir’den İzmir’e, Antalya’dan Trabzon’a, Erzurum’a kadar her gece alkışlar birbirine karışıyor.

Özel tiyatroların yaşadığı sıkıntılar, direnme güçlerini kamçılıyor ve inatla üreterek seyircileri ile çoğalmaya devam ediyorlar.

Amatör toplulukların, tiyatro yaşamımıza kattığı canlılık ise kayda değer

Üniversiteler kıpır kıpır.

Yaşadığımız günler, ülkemizin daha da sancılı bir zamana doğru evirildiğinin işaretleriyle dolu.

Barış ve kardeşlik adına edilen hamasi sözler, milliyetçiliği şahlandırarak, iç kargaşanın tırmandırılmasına kapı aralıyor.

Toplumsal gerginlik, hoşgörüsüzlüğü ve düşmanlığı kamçıladıkça linç kültürü adım adım yer ediniyor.

Kirlenmenin ve çürümenin ayak izi olarak tanımlayabileceğimiz bu olgu, kültürel zenginliklerimizin yok olmasına, ellerimizin arasından yitip gitmesine de neden oluyor.

Bu saptamaları yaparken, tüm sanat alanları ile birlikte, sahnelerimizdeki yaratıcılara da önemli görevler düştüğü gerçeğinin altını çizmekte büyük yarar görüyorum.

Barış, öyle gökten zembille inecek bir olgu olmadığına göre, siyasi davranış biçimlerinin tüm karmaşasına karşın sanat, yeni bir tarihsel görev üstlenerek, kendi misyonuna devrimci bir katkı sunabilir.

Günübirlik göz boyamalara, aldatmacalara, üstümüze yağmur gibi yağdırılan yalana karşı barışı kışkırtmak, barışa omuz vermek, söz kurmak, ışık yakmak, bizleri kendi kültürel zenginliğimizle yeniden buluşturacak ve kardeşlik kapıları sonu kadar aralanacaktır.

Bunun için yapılması gerekenler öyle büyük sözlerle oluşmayacaktır.

Sorunlarımız ortaktır ve bu sorunların üstesinden ancak, ortalaşarak gelebileceğimiz gerçeği de ortada durmaktadır.

Birlikte davranış, elbette örgütlü alanların ve toplumların kotarabileceği bir akıl yoludur.

Hayat bunun örnekleriyle dolu.

Dünyalı meslektaşlarımızın, kendilerine ve alanlarına yönelik, sistemlerin dayattığı haksız uygulamalara karşı gösterdikleri ortak direnç, kazanımlarını artırmış ve alanlarının eşit-özgür haklarla örülmesini sağlamıştır.

Ankara meydanlarında onurlarını birleştirmiş tekel işçileri, bizler için en canlı örnek olsa gerek.

Aş için, ekmek için ve çocuklarının mutlu geleceği için el ele verenler, en insani istem olan, yaşam haklarını haykırıyorlar.

İşçilerin, emekçilerin ördükleri bu dayanışma kültürü, bizlere ne zaman örnek olacaktır?

Ne zaman, yan yana gelip üstümüzde tepinen bu düzeysizliğe ortak yanıt verme gereği duyulacaktır?

Haklar ve özgürlükler ne zaman bizim gündemimizde yer edinecektir?

Daha ne kadar bu sisler içinden, hayatlarımıza taşan sıradanlığın izleyeni olacağız.

Birbirimizin sabrını sınayarak, bu durumdan bir çıkış var mıdır?

Hani sanat akıl açıcı, aydınlatıcı, değiştirici, dönüştürücü ve kültürel zenginlikler için kaynaştırıcı görevleri de olan bir gerçeklikti.

Evet perdelerimiz sonuna kadar açık, ama hayata karşı kendi perdelerimizi de sonuna kadar açık tutmanın zamanı gelmedi mi?

oaydinoaydin@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder