26 Ocak 2010 Salı

Gün dönüyor…


Ankara’da Tekel işçileri, İstanbul’da itfaiye işçileri AKP’yi köşeye sıkıştırdı.

Halkın büyükçe bir bölümü sepya bir film izler gibi, öyle şaşkın bakakalmış durumdalar, suskun!

‘Bu ülkenin binlerce emekçisinin kaderi ortak, aç açın halinden anlar, bu hak mücadelesi bir onur dayanışmasına dönüşür ve işçiler kazanır’ derken, birileri burun kıvırıyor, birileri de tehdit üstüne tehdit savuruyor.

Toplumsal çürümenin izlerini arayanlara açık adres!

Başkaca tuhaf şeyler de oluyor.

Bu ülkede hak ve eşitlik mücadelesi veren, örgütlenme ve sendikal haklar için alanlara çıkan insanlığa, patron ve polis destekli Amerikancı, faşist gelenek, bu durumdan kendine pay çıkarmak istiyor!

MHP’nin hangi yüzle hak arayışlarının yanında olduğunu (!) bir kez daha sorgulamak gerekmiyor mu?

Bir yandan kardeş kavgasının silahlarını kuşanıp, ülke geleceğini ırkçılık zemininde gerecek, Anadolu’nun dört bir yanında kurtçuklarını yoksul halkın, farklı etnik kimlik taşıyan yurttaşların üstüne salacaksın, üniversitelerde, iş yerlerinde faşizmin kanlı sopasını sallayacaksın, dinci gericilikle kan kardeşliğinde sınır tanımayacaksın, öte yandan hak arayan işçilere gülücükler dağıtacaksın!

Bu eylemler, olası bir MHP iktidarı sırasında gerçekleşiyor olsaydı, acaba neler olurdu diye sormadan alamıyorum kendimi.

AKP ile MHP’nin işçi ve emek düşmanlığı, aynı damardan beslenen ve bin yıldır yaşatılan bir ortak kinin adı değil midir?

Ancak onlar da biliyor, biz de biliyoruz ki bu iş burada bitmez.

İşçiler kararlılıklarını sürdürdükleri, dayanışma çığ gibi büyüdüğü sürece bu saltanat ve bu yalan mutlak yıkılır.

Gerici basın ve kalemşorlarına, tüm liboşların-döneklerin yazdıklarına-söylediklerine bakınca da, ‘korkunun ecele faydası olmadığını’ bir kez daha anlıyorsunuz.

Kuyruklarına basılmış durumdalar.

Bet seslerle çoğalttıkları çığlıklarını, tüm insanlık duyuyor olsa gerek!

Biliyorlar, tarihimiz sınıf dayanışmasının onlarca örneğini yaşadı.

Hiç birinin üstü öyle süslü-püslü yağdanlık lafazanlıklarla örtülemedi, örtülemez de.

Emek hakları için mücadele edenler ve yan yana gelip mutlu bir gelecek için şarkı söyleyenler, yeni bir tarih yazıyorlar.

Kazananlar da onlar olacaklar.

O “büyük insanlık”, umudu yeşertiyor çünkü.

Bu giderek çoğalıp biriken deney, başkaca hak arayışlarının ateşleyicisi olması açısından bir örnek olacağı için, feryat ediliyor.

Sistemin tüm iplerini elinde tutan bezirganların asıl korkusu da bu olsa gerek.

Öte yandan, sanata saldırılar dörtnala yol alıyor.

İskender Pala adlı Kadir Topbaş beyin eski danışmanı olan zat, AKP’nin açık niyetini dillendirip; tiyatroya, tiyatro emekçilerine hem de haddini aşan bir seviyesizlikle saldırıyor. Nafile!

2010 Avrupa Kültür Başkenti yalanının ardına gizlenen göz boyama ustaları, dillerinde sabun köpüğü sözcüklerle ortalarda dolaşıyor.

TV ekranlarından inmeyen “pop yıldızları” kentin meydanlarında sahnelere çıkarılmaya hazırlanıyor!

Eşe dosta, yandaş vakıflara ısmarlanmış projeler süslenip-püslenip halkın önüne konuluyor.

Kimin parası kime akıtılıyor bilinmiyor!

2010 Ajansı üstünden elde edilen rant açıkça gizleniyor.

Kongre Vadisi içine hapsedilmiş Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin açılışında, yıkıma karşı koyan sanatçıları, sivil toplum örgütlerini başkan bey, ‘deşifre’ etmeye hazırlanıyor. Ne gam!

Ajans’ın başı Şekip Bey, Belediye Başkanı Topbaş ve Kültür Bakanı, AKM’de yıkıma ve koruma kurulu kararları dışında yapılmak istenenlere direnen ve tüm yargı süreçlerini kazanan bizleri suçluyorlar. Ne fayda!

21. yüzyıldayız.

Bu ülkede yaşanan her şey, halkın gözleri önünde gerçekleşiyor.

Ankara’da Tekel işçilerinin hak arayışına biber gazını, polis copunu ve tazyikli suyu reva görenler, İstanbul’da itfaiye işçilerinin üstüne kılıç-kalkan ekipleriyle saldırıp, bir gece baskınıyla direniş çadırlarını yıktıranlar ve sanata-sanatçılara küfürlerle, yalanlarla saldıranlar aynı gerici damarın iz sürücüleri değil midir?

İzliyoruz.

Kardeşlik edebiyatı üstünden, ayrıştırma politikaları meclis gündemlerinde hayat buluyor.

İnsanlar, kent meydanlarında en demokratik hakları olan ‘basın açıklamalarını’ bile yapamıyorlar.

Bazı kentlere ‘giriş kapıları’ oluşturuldu, ‘Amerika defol bu memleket bizim’ pankartları bu kentlere sokulmuyor.

Linç kültürü, dinci gericiliğin ve ırkçılığın yeni silahı olarak, toplumsal yaşamımızda yer ediniyor.

Roman halkı, ırkçı kışkırtmalara kurban edilip, yaşam alanlarından hem de ‘devlet destekli’ sökülüp atılıyor.

Ülke hızla uçurumdan aşağıya yuvarlanıyor.

Ekonomideki yalan büyüyor. Çatlak, büyük bir fay gibi.

Yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik, sahtecilik artık insanlık onurunu zedeliyor.

Ama, gün dönüyor.

15 Ocak’ta 108 yaşına giren Nazım Hikmet, 1930 tarihinde müjdeliyor gelecek mutlu, ışıklı günleri.

“Güzel günler göreceğiz çocuklar
güneşli günler
göre-
-ceğiz…
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
Işıklı maviliklere
Süre-
-ceğiz..”

oaydinoaydin@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder