1 Şubat 2010 Pazartesi

Ayrışma…


Kavga sertleşip gerildikçe, çıkar ilişkileri üstüne kurulu saflaşmalar netleşiyor.

Hep böyle olmuştur.

“Güçlü olan haklıdır ve doğrudur” sahteciliği, bir kez daha gerçeğe bürünüyor!

Dünden bu güne yaşayarak geldik ve gördük; sırtını bir erk’e dayamadan yaşama tutunamayan zavallılık, kapı kulu olmaya karar verdiğinde, bu sözün ardına gizlenir!

Bakın ülkenin ‘döneklik’ tarihine, yanılmazsınız.

Şimdi de öyle oluyor.

AKP, tüm araçları ile alanlarımıza saldırdıkça; teslim bayrağını ellerinde tutanlar, birden cesaretlenip, korkak ve sinsi bir ürkeklik içinde güruha dahil oluyorlar.

AKM, Muhsin Ertuğrul, 2010 ve haince yer edindirilmeye çalışılan ‘yasakçılık’ konularında ayrışma netleşiyor.

Sistem cambazları gerçeklerin üstünü örtmek için, her tür yalana-dolana başvurarak, haklı çıkmanın peşindeler!

Anlaşılan Kadir Topbaş’ın Harbiye Muhsin Ertuğrul çok amaçlı salonu’nun ‘videolu açılışı’ işe yaramış, ardından Başbakan’ın salvoları işe yaramış, yetmedi İskender Pala hazretlerinin incileri işe yaramış, 2010 AKB açılışında çekilen nutuklar, göz boyama seviyesizliği işe yaramış!

“Yanılmışız” diye demeçler verenler, “adamlar çalışıyor işte’”diye açıklamalar yapanlar, “boşuna bunlar boşuna” diye vaaz verenler, “ siz kimsiniz, kendinizi ne sanıyorsunuz” diye ahkam kesenler, gazete sütunlarından ad vererek ‘jurnalcilik’ yapanlar pıtrak gibi çoğalmaya başladı.

Hiç şaşırmadım.

Yıllardır altını çizerek dillendirdiğim gerçek, ortaya çıkıyor.

Bu ayrışma, iki yıl önce Orhan Alkaya’nın genel sanat yönetmeni olarak atandığı dönemde “yarılma” diye adını koyduğum, adam devşirme politikalarının sonuçlarından başkaca hiç bir şey değildir.

Eğer çağının sorumluluklarını yüklenmiş bir yaratıcı değilsen, sanatın değiştirici, geliştirici, öncü ve öğretici olan devrimci gücünü-ruhunu kavramadıysan ve bu amaç için kavgaya atılmadan gününü gün ediyorsan, aklın kıt, ufkun sığ ise, yalana esir düşer günü geldiğinde de, ‘kul’ olursun.

Pek sayın hanımlar, beyler bu ülkede birlikte yaşıyoruz.

Toplumsal ayrışmayı sonuna kadar körükleyen, işsizliği yirmi kat, yoksulluğu elli kat, yolsuzluğu bin kat artıran, yalanı-dolanı kendine aş-iş edinen, işçi ve çalışan haklarını gasp edip, devletin tüm olanaklarını dinci cemaat ve vakıflara sunan, yobazlığı yol arkadaşı ilan ederek hayâsızca geleceğimize saldıran, hukuk ve yargıyı ele geçirip saltanatını sürdürme planlarını kurgulayan, kendinden başka hiç kimseye yaşam hakkı tanımayan bir organizasyonun parçası olmak, hangi insanlık onuru ile eş değerdir?

AKP’nin korku, baskı ve sindirme politikalarına yenik düşen, bu yüzden sessiz yığınlara dönüştürülen binlerden ne farkınız var diye bir soran olmaz mı sanıyorsunuz?

Elinize kalem aldığınızda titrek, sahnelere çıktığınızda korkak olduğunuz, gerçeğe sırtınızı dönüp, yalana alkış durduğunuz sürece; sokakta yürürken başınızı öne eğmek durumunda kalmayacak mısınız?

Bu devran böyle mi sürecek?

Bu padişah saltanatı bitmeyecek, sende gününü gün edeceksin öylemi?

Vah sana zavallı dönekliğim, vah sana satın alınmış insanlığım, vah sana çıkarı için ‘sanatını okka ile satan’ aymazım, vah sana akıl fukaralığım vah.

Bu gün alnınızın orta yerine yapışan bu kir, günü gelir silinir mi sanırsınız?

Sayfalarınızdan, köşelerinizden, ekranlarınızdan ünleyebildiğiniz kadar ünleyin!

Biz, bu güne dek söylediğimiz her sözün, haykırdığımız her gerçeğin arkasındayız.

Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin önünde söylenenler, AKM’ nin önünde dillendirilenler, bildirilerimize yansıyanlar, yazıp aktardığımız düşüncelerimiz; karanlığı ve ona sahip çıkan madrabazlığı, tarihin çöplüğüne süpürmek içindir.

Şimdi ise, işimiz daha da kolaydır.

Kara örtünün altındaki leke, kendini ele vermiştir.



oaydinoaydin@gmail.com.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder