27 Haziran 2011 Pazartesi

Öfke yapmak…

Ülkenin orta yerinden alevler yükseliyor.

Bu toz-duman dinecek, kara bulutlar dağılacak, memleket sakinleşecek mi?

Hiç sanmıyorum.

Kargaşa, keşmekeş, her tür kriz ve tüm bunlardan son damlasına kadar beslenen bir siyasi cambazlık, pişkinliğini en utanmaz-arlanmaz boyuta kadar taşıyor.

Olup bitenleri örtmek için beylerden yükselen sesler, ‘ileri demokrasi’nin tüm ipuçlarını ele veriyor.

“Yargı’nın işine karışamayız”, “Hukukun üstünlüğü ilkesinin zedelenmesine izin veremeyiz”, “Anlaşılıyor ki yeni kanunlara, anayasal düzenlemelere ihtiyaç var”

Ama hepimiz yaşıyor, görüyor ve anlıyoruz ki, ‘yargı makamları’ denen kurumlar, AKP’nin genel müdürlükleri gibi çalışıyorlar.

“İstikrar” denen şey, tam da bu olsa gerek.

Halkın yüzde ellisi, yani ‘iki kişiden biri’ bu kara akla oy verdiğine göre hiç bir mesele yok!

İyi de olmaz ki bu kadar da boyun kırılmaz, bu kadar da kul köle olunmaz ki be kardeşim.

Dinci basına bakıyorum, adamı nerdeyse ‘peygamber’ ilan edecekler. Tapınma boyutuna varan övgülerin ardı arkası kesilmiyor.

Döneklerin kuşattığı gazetelerin köşe yazılarına bakıyorum, hepsi balkon konuşmasında kalmışlar, lafı evirip-çevirip başbakana şükranlarını sunuyor.

Aziz Nesin’in kulakları çınlıyor olmalı.

Bir halk, cahil-aptal yerine ancak böyle konulur.

Sokaklarda dostlarla karşılaşıyorum, çoğunluk benim gibi ‘küfürbaz’ olmuş.

Büyükçe bir bölümü de şaşkın.

“Nerede yaşadığımı bir kez daha anladım”, “Bu kadarını beklemiyordum”, “Terk etmeli bu ülkeyi, sanatmış, edebiyatmış, aydınlanmaymış, onurlu başı dik insan olmakmış, bağımsızlıkmış, eşitlikmiş bu insanların umurunda değil, boşuna çabalıyoruz.”

Bu yakınmaları anlamakta zorlanmıyorum ama taşın altına elini koymayanların böyle yüksek bir yerden ahkâm kesmeleri de beni daha da küfürbaz ediyor.

Ya tamamıyla teslim olma işaretleri verenlere ne demeli.

“Oyun mu, ne oyunu sezona perde açmamayı düşünüyorum. Yeter buraya kadarmış. Zaten belediye salonunun peşinde. Alıp alış-veriş merkezi yapmak istiyorlar. Veririm olup biter, bende basar giderim yalnızlığıma fena mı?”

Bunları duyunca önce kalakalıyorum, sonra biraz üstüne gidince ses renginin değiştiğini algılıyorum. “Boş ver inan değmezmiş, ben bu halka kendimi anlatamadım 35 yıldır yazdıklarımı oynadım, tiyatrom yakıldı, yasaklandık, canımıza kast ettiler susmadık ama şimdi yol tükendi”.

“Hayır, yapamazsın” diyorum, “Görüşmeliyiz, bak bu gün senin salonunda toplanmış onlarca genç komünist geleceğin TKP’sini konuşuyor, daha çalışkan daha kavgacı, daha coşkulu bir gelecek için kolları yeniden sıvadıklarını söylüyorlar. Yaşları 19-20. Bu ülkede bu kadar onurlu yurttaşın olması, bizim de geleceğimiz için bir işaret değil midir?”

“Benim baharım tükendi, içim hep karakış”

Nâzım Oyuncuları olarak Van'da sahneye taşıdığımız, Yaşar Kemal Usta’nın Kırmızı Deynek şiirinden bir bölüm okuyorum.


“…Ben bu dünyayı sizin başınıza çalarım
Ben bu dünyadan öfke yaparım,
Kudurmuşluk yaparım,
Sözden öfke yaparım
Atkuyruğu kılından,
Şahin teleğinden öfke yaparım.
Karınca ayağından,
Örümcek ağından öfke yaparım,
Gölgeden öfke,
Böcekten,
Tekmil böceklerden öfke yaparım.
Demirden, bakırdan, çelikten, tunçtan,
Kayadan, taştan, elinizdeki atomdan,
Gagarinden,
Bütün bebeklerin, doğmuş doğacak bebeklerin,
Doğmuş doğacak eniklerin,
Doğmuş doğacak bahar taylarının,
Doğmuş doğacak buzağıların,
Doğmuş doğacak civcivlerin,
Doğmuş doğacak kertenkelelerin,
Gözlerinden öfke yaparım,
Kudurmuşluk yaparım
Aynalardan atom yaparım.

Ulan neyinizle öğünüyorsun be
Yabanıllar, kan içiciler, verin o elinizdeki oyuncağı…”


Uzunca susuyor telefondaki ses sonra,“Öfke yapmak ne kadar da zor ve ne kadar da kolaymış meğer” diyor.

İçim coşuyor.

oaydinoaydin@gmail.com.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder