27 Aralık 2010 Pazartesi

Sittin sene…

“Bu iş çok uzadı yeter artık, canımız çıkıyor, köleler gibi çalışıyoruz.”

24 Aralık’ta SENDER ve SİNE-SEN çağrısıyla bir araya gelip, AKM önünden yükseltilen bu şenlikli ortak sese, kulak veren kimse yok.

“Yerli dizi yersiz uzun” diye diye bir araya gelip, birbirimizle selamlaşıp-dertleşip ayrıldık.

Sonuç yok.

Buradan bir sonuç çıkmasının hiçbir olanağı da yok.

Alanda bir yasal düzenleme olmadığı gibi insafa gelmesini umduğumuz reklam verenlerin de, reklam alıp yayımlayanların da umurunda değiliz.

Peki, kim bu durumun muhatapları?

Hepsi aynı kişiler, aynı şirketler, aynı siyasal merkezler.

Bugün TV yayıncılığını elinde bulunduran üç medya kuruluşunun, bizler için çoktan ‘erişilmez’ olan pastayı, afiyetle paylaştıklarını hepimiz biliyoruz.

Bu yüzden, Doğan, Ciner ve Çalık gruplarının bizlerden yükselen sese kulak vereceklerini, taleplerimizi dinleyip bir çözüm üreteceklerini düşünmek saf dillik olur!

Olsa olsa emeklerimiz üstünde yeni dayatmadalar da bulunacaklardır.

İlk açıklamaları hayretle izler olduk.

“Kısaltalım ama oyuncu ve çalışan paralarını da yarıya indirelim. Zaten maliyetler çok yüksek”

Bizler de çok kolaycıyız hani!

Meselenin çözümünü, dizi sürelerinin kısaltılmasında buluyoruz.

Süreler 45 dakikalara filan inerse, kölelikten kurtulacağımızı umuyoruz.

Oysa bu da yanıltıcı bir düşüncedir. Yalnız başına sürelerin kısaltılması hiçbir sorunumuzu çözmez!

Hiçbirimiz tüm sanat alanlarında çalışan kaç arkadaşımızın sigortalı olduğunu bilmiyoruz, kaç arkadaşımızın sözleşmelerinin olduğunu, iş ve çalışma güvencesine sahip olup olmadığını bilmiyoruz.

Çalışan arkadaşlarımızın haklarını alıp-almadıkları sorusu ise, tam bir muamma!

Bildiğimiz şey, alanda dönen ve her gün birilerinin ceplerini kabartan ve de çok büyük rakamlarla ifade edilen büyük bir kayıt dışılık olduğudur.

Maliye Bakanlığı ve ekonomiden sorumlu beylerden ‘TV yayıncılığı-sinema ve tiyatro alanında kayıt dışılık var’ diye tek cümle duyanınız oldu mu?

Hayır.

AKP bütçe açıklarını kapatmak için yine çalışanlara, yoksullara, işsizlere, emeklilere faturalar keserek 332 oy ile 2011 bütçesini onayladı.

Öte yandan, sermaye gruplarına ve yandaş şirketlere ‘vergi affı’ diye anılan yasa tasarısının içinde, çalışanların ağzına çalınacak bir parmak acı bal var.

Bu acı balı, hepimizin yalamaya hazır olduğu da, ironik bir gerçeklik olsa gerek!

Peki, ülkenin sanat alanları olarak bu tartışmaların neresindeyiz?

Söyleyelim, hiç bir yerinde.

Her şeyi umuyoruz, sendikal haklarımızın verilmesini, alandaki haksızlıkların bir sihirli değnek aracılığıyla düzeltilmesini, yeni bir emeklilik düzenlemesinin yapılmasını, vergi ve sigorta borçlarının öteletilmesini, setlere ‘takım sözleşmesi’ uygulamasının getirilmesini, böylelikle kölelik sisteminin birilerince bitirilmesini umuyoruz.

Yani, hep beraber Godot’u bekliyoruz!

Oysa hepimizin ortaklaşıp çözmesi gereken asıl durum, bu kara kaos değil midir?

Bizim sorunlarımızı bizden başka kimler bilebilir?

Birilerinden ‘inayetler’ umdukça, hangi durumlara kadar itelendiğimiz görülemiyor mu?

Neden bu güne kadar TV, sinema ve tiyatro alanında bir meslek tanımlaması yoktur ve Sinema Emekçileri Sendikası (SİNE-SEN) örgütlenmesinde örnekleneceği gibi, alanda yasal yaptırımları olan bir sendikal örgütlenmenin önü, hangi gerekçelerle açılmamıştır?

Neden bu ülkenin bir sinema yasası yoktur?

Neden telif haklarında, “sanatçı ve benzeri yaratıcı haklar, komşu haklardır” diye tanımlanır?

Neden alanda ‘sigortasız, kaçak çalıştırılan’ binlerce emekçi yığılıp kalmıştır?

Bu kirlenmeden arınmak kimin, kimlerin işine gelmez?

Yanıtları açık. Kayıt dışılıktan beslenen sermaye gruplarının, bunlara göz yuman düzen siyasetçilerinin ve bu oluktan beslenen bildik asalakların!

Bir grup arkadaşımın iyi niyetle yola çıkıp kurmaya çabaladıkları OYUNCU-SEN içindeki ‘umma ve umutlanma’ duygusunun da tehlikeli bir yöneliş olduğunu, ilk toplantısına katılıp dile getirmeye çalışmıştım.

“Alanlara çıkıp haklarını talep etmeyenlere, gökten zembille haklar indirilmiyor, mücadele veren işçi örgütleri ile sanat alanları yan yana gelerek haklarımızı talep etmenin önünü açmalıyız, ne istediğimizi uluslararası örneklemelerini de sunarak anlatmalı-tanımlamalı ve öyle yola çıkmalıyız. Yoksa bu iyi niyet bizim belimizi büker”

Girişimci kardeşlerimden gelen yanıt, benim gibi birçok arkadaşımın da gülümsememizi sağlamıştı!

“17 Ocak’ta bu mesele çözülecek. Hükümet alanda meslek sendikası kurulabilecek düzenlemeler üstünde çalışıyor”

Bu umu bir ‘iyi niyet’ beklentisinin sonucu oluşmuş olsa gerek ya da şimdi adını koymakta erken olduğuna inandığımın tuhaf bir çapraz ateşin!

Oysa üstünde çalışılan yasa tasarısının bin bir kara deliği olduğunu işçi sendikaları-örgütler, bağıra-çağıra dillendiriyorlar.

Dilerim ben yanılırım, dilerim işçi sendikaları yanılır, dilerim çalışanların hakları için ortaya çıkıp taleplerini haykıranlar yanılır da bu düzenlemeler istendiği gibi yapılır!

Yoksa hep beraber yeni bir Godot beklemeye başlayacağız!

O da sittin sene gelmek bilmeyecektir.



oaydinoaydin@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder