8 Mart 2010 Pazartesi

Bu kadar olur …


Kültür Bakanlığı, saman altından su yürütmeye devam ediyor.

Bir yandan tüm sanat alanlarındaki örgütlere, tek çatı altında olmayı dayatıyor, diğer yandan Bakanlığa bağlı tüm taşra kuruluşlarını ve bazı müzeleri belediyelere ve il özel idareye devretmek için hazırlattığı yasa teklifini meclis gündemine taşıyor.

Tek çatı dayatmasına, müzik, sinema ve plastik sanatlar alanlarında örgütlenmiş dostlarımın dışında, ses çıkaran yok.

Bir vurdumduymazlık, bir keyfilik ki hiç sormayın!

Yani kafanıza vurup elinizdeki ekmek alınıyor, ama ses çıkarmıyorsunuz.

Bunun tek bir adı olsa gerek; teslimiyet.

AKP’nin tüm hayatı kuşatan anti-demokratik uygulamalarının en net biçimde açığa çıktığı çalışma yaşamımızdaki örneklemeleri bile, bazı aklı evveller için ikna edici olmuyor.

‘Tekel işçilerine bakın arkadaşlar hiç mi ders çıkaracak sonuçlar yok ortada’ diyorsunuz. “Biz işçi miyiz?” gibi aptal bir yanıt fırlatılıyor ortaya!

Evet işçiyiz.

Tiyatro meslek alanında üreten tüm yurttaşlar, hepimiz birer işçiyiz.

Ne sanıyoruz kendimizi, sırça köşklere kurulmuş ‘sanatçılar mı’?

Yanılıyorsunuz.

Bu toplumda üreten ve ürettiklerini paylaşan her birimiz, bu sistem tarafından ‘adı konmamış’ birer işçiyiz.

Hiçbir hakkı olmayan, sıradan örgütsüz işçiler!

Sendikasız, sigortasız, kayıtsız, kaçak çalıştırılan işçiler!

Devlet ve Şehir Tiyatroları’nda ‘kısmi hakları’ olan arkadaşlarımın dışında kalan, Özel ve Amatör Tiyatrolarda çalışan meslektaşlarım için, biri çıkıp ihbarda bulunsa, ‘bu insanlar sigortasız ve sözleşmesiz çalıştırılıyor, vergileri bile ödenmiyor’ dese neler olur acaba?

Birileri, el-etek öpmeye hemen hazırlar biliyorum.

Örneklerini daha önce yaşadık.

Hemen, uzlaşmanın yollarını arayacaklardır. “Bu alan oluştuğu günden beri böyle, bilmiyorduk” deyip, bu işten alınlarının akıyla sıyrılacaklardır.

Önümdeki verilere bakıyorum.

“Sanatçı toplumunun önündedir, siyaset onun işi değildir, çıksın işini yapsın, etliye sütlüye bulaşmasın yeter” anlayışı, Devlet’in kurulduğu günden bu güne, söyleye durduğu nağmedir!

“Peki bu sanatçı dedikleriniz de insan, ne yer ne içerler, nasıl yaşarlar, nasıl üretirler, bunların bu Devlet önünde hakları yok mu” dediniz mi ‘KOMONİST’ yaftasını yersiniz.!

Bu günde öyle oluyor.

Tİ-SAN (Tiyatro İşçileri Sendikası) dönemini bir köşeye koyarsak, değişen hiçbir şey yok.

Ya yaftalanıyorsunuz, yada çıkar ilişkileri açık olan bir güruh tarafından, hayatın her alanında karalanmaya çalışılıyorsunuz!

Yani, bu günlerin dünden farkı, ‘siyasal yardakçılık’ denen sisteme eklenme geriliğinin daha da belirgin ortaya çıkmasıdır.

Bir nevi yüzsüzlük!

Oysa akli davranış, haklarımızı yasalar önünde eşit kılacak, kalıcı-üretken bir örgütsel yapılaşma için, birlikte davranış ahlakı göstermektir.

Ne çare, AKP sanat alanlarının içine her biri birbirinden mahir muhbirler, işbirlikçiler salmış durumda!

Kendini sisteme ekleme yarışına girenlere karşı, ortak bir yol izleyip ‘kuyruğu dik tutmak’ ise, galiba yine aydınlanmacı damarın işi olacak.

Bakanlığın saman altından yürüttüğü ikinci başlık ise, kültür yaşamımızda daha da geniş bir alanı kapsıyor.

Müzeler, kütüphaneler, kültür merkezleri, güzel sanat galerileri elden çıkartılmaya hazırlanıyor!

“Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bazı taşra kuruluşlarının il özel idareleri ve belediyelere devredilmesi ile bazı kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısı” 03.03.2010 tarihinde Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyonunda görüşülmeye başlandı.

Buna göre;
1-İl Kültür ve Turizm Müdürlükleri kapatılacak.
2-Taşra Teşkilatı İçişleri Bakanlığına geçirilecek.
3-İl Halk Kütüphaneleri il özel idarelerine devredilecek.
4-Birçok müze belediyelere devredilecek.
5-Tüm personel özlük hakları ile beraber valilik ve belediyelere devredilecek
6-Personel İçişleri Bakanlığı’nın norm kadro uygulamasına tabi olacak.
7-Kütüphane ve müzelerin envanteri, araç gereçleri, arsa ve binaları aynı oranda devredilecek,
8-Kültür merkezleri, danışma büroları, güzel sanatlar galerileri, belediye sınırları içinde belediyelere, bu sınırlar dışında il özel idarelere devredilecektir.

Bu tasarı, tam da aynı başlıklar ve içeriği ile 2006 yılında yine meclis gündemine taşınmaya çalışılmış, ama Kültür Sanat Sendikamızın verdiği mücadeleyle önü kesilmişti.

Bu gün ise, sessiz-sedasız yangından mal kaçırma tavrı ile karşı karşıyayız.

Biliyorum, bunun için de; “sen olacağına bak, ne yani ne bekliyordunuz, elbette yapılmalı” pişkinliği ile karşılaşacağız.

Yukarda sözünü ettiğim sisteme eklenmenin peşine düşen sıradanlık, bunu bağıra-çağıra dillendirecekler.

Oysa, bakanlığın teklifi iyi okunduğunda kültürel hayatımızın tam anlamı ile ipotek altına alınacağının belgesi, karşınızda pis pis sırıtır!

Okurlarım anımsayacaklar, ‘Bakanlık, müzeleri ve kütüphaneleri, kültür merkezlerini ve sanat galerilerini özelleştirmenin peşinde’ diye yazmıştık.

Olacakları görmek için kahin olmak gerekmiyor!

Sosyal Devlet’in en asli görevi tam anlamıyla budanacak, halkın vergileri ile oluşmuş kamu alanları, insanlığın ortak mirası kültürel kalıtlar bazı ağalara-beylere, kara para aklayıcılarına peşkeş çekilecektir.

Özel müzeciliğin hortladığı ülkede, avuçlarını ovalayan çok madrabaz var!

Öte yandan, bu gün temizlik işlerini bile taşeronlara devreden belediyelere gün doğmuş durumda!

Ellerine geçirecekleri her kamu malını özelleştirmek için can atanların olduğu bir gerçek değil mi?

Aspendos, Side, Efes ve onlarca antik tiyatronun özelleştirilmiş olması kimlere ne ifade ediyor bilmek istiyorum?

Yada adlarını alt alta sıraladığınızda, hepsi birbirinden farklı değerlerle zenginleştirilmiş müzelerimiz, kimlere pazarlanınca rahatlayacaksınız?

Kütüphaneler bahsi, tam anlamı ile akıl alıcı.

Zaten dinci ve ırkçı kadrolaşmanın açık adresi haline gelen bu alan, şimdi iyiden iyiye tarikat ve cemaatlerin cirit attıkları yerler olacak.

Kültür merkezleri, danışma büroları ve güzel sanatlar galerilerinin devirleri, birilerinin iştahlarını kabartmış olmalı!

Şimdi yeniden sormak istiyorum.

Başbakan ile ‘demokratik açılım’ için, sabah kahvaltısına oturacak olan ‘sanatçı zevat’, senin bu olup bitenlerden haberin var mı?

Var ve yine de o sofranın diz çökeni olmaya kararlıysan, aferin sana!

oaydinoaydin@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder