15 Mart 2010 Pazartesi

Boşuna…


Her birimizin yüreğini sarmalayan bir türküsü, şarkısı, şiiri, romanı aklından çıkmayan bir oyunu yada belleklerimizde yer etmiş bir film, fotoğraf karesi yok mu?

Vardır.

Eğer yoksa, sorun var demektir!

Önce 12 Mart, ardından 12 Eylül faşist cuntaları bu anlamda işe yaradılar!

68 ve 78 yıllarında, hem ülkemizde hem tüm dünyada çoğalan devrimci fırtına, okuyan, izleyen, tartışan, hak arayan, sanatla çoğalan ve paylaşan örgütlü toplumların yarattığı bir gerçeklikti.

Bu gerçek iyi bilindiği için olsa gerek, insan avları aynı zamanda sanatsal ve kültürel avlara dönüşmüştü.

Benim kuşağım, öncekiler ve sonrakiler kitaplıklarımızın polis-jandarma tarafından hangi öfkeyle imha edildiklerini iyi biliriz.

Gecenin kör karasında kapılarımıza dayanılır, doğruca kitaplıklarımız hedef alınırdı.

Raflarda ele geçirilen her basılı ve yazılı kağıt suç unsuru sayılır, kitaplara ilk ceza büyük bir öfke ve hınçla, gözlerimizin önünde üstlerine çıkıp tepinerek verilirdi.

Kitapların düşman ilan edildiği, bir ülke düşünebiliyor musunuz?

Yada yazarların, oyuncuların, müzisyenlerin, şairlerin, ressamların, film yönetmenlerinin düşman ilan edildiğini?

Ben sıkıyönetim komutanlıklarının yayımladığı ‘yasak kitaplar’ listesini anımsıyorum. Kimler yoktu ki içlerinde. Rus edebiyatının hemen tüm yaratıcılarından, İngiliz, Fransız, Alman yazarlarının eserleri, tüm Marksist klasikler ve elbette Nazım Hikmet ile başlayan uzunca bir liste.

‘Bulunduğu yerde yakalanmalıdır’ anonsları, kitaplar için “bulundukları yerde toplanıp el konulmalıdır” diye anons edilirdi.

Şimdilerde dünü, yeniden düşünüyorum.

O hınç, o öfke biriktirilmiş ırkçı-dinci düşmanlığın açığa çıkmasından başka hiçbir şey değildi.

Bir yandan yasaklar yasakları izliyor, cezaevlerinde insanlar katlediliyor, operasyonlarda, gözaltlarında cinayetlere kurban veriliyor, insanlar aç, insanlar yoksul, kıvranıyor memleket, öte yandan halkın nefes alacağı tüm sanatsal özgürlüklere, kültürel etkinliklere de yasaklar konuyordu.

Düşmanlığın kışkırttığı kin, ülkeyi sıkıştırıp geriyor, “kana kan intikam” sesleri hayatlarımıza kastediyordu.


Bugün bir kez daha anlayabiliyorum; düşünen, üreten, tartışan, tartıştıran, örgütlenen, hak arayan, gerçekleri bağıran insanlığı hiçe sayma, linç edip ortadan kaldırma güdüsünün altında, büyük bir korku gizliydi.

Korkuyorlardı evet.

Cuntacılar ve işbirlikçileri, sosyalistlerden, işçilerden, işçi önderlerinden, devrimci örgütlerden, gençlerden korktukları kadar, yazarlardan ve kitaplardan da korkuyorlardı.

Şiirlerden, şarkılardan, türkülerden, oyunlardan, filmlerden korkuyorlardı.

Yoksa, her iki darbe döneminde de önce tiyatroların, sinemaların kapılarına kilit vurulmasının başkaca ne anlamı olabilir?

Oyun yasaklamanın, film yasaklamanın, gazete haberlerini, köşe yazarlarının günlük yazılarının yasaklanmasının başkaca ne anlamı olabilir?

Matbaaların basılıp derdest edilmesinin, dergi bürolarının tahrip edilmesinin, dergi satışlarının-dağıtımlarının engellenmesinin başkaca ne anlamı olabilir?

Sokakta, kahvede, okulda, fabrikada, meydanda üç kişiyi bile bir arada görünce, “örgüt kurmaktan” içeri atmanın başkaca ne anlamı olabilir?

Şarkı söylemeyi, türkü çığırmayı, halay çekmeyi yasaklamak büyük bir korkunun ifadesi değil ise nedir?

Korkuyorlardı evet.

Haykırılan eşitlikten, özgürlükten, bağımsızlıktan ödleri patlıyordu.

Bu yüzden ezan sesleri çoğaldı. Bu yüzden cami avluları dolduruldu, bu yüzden ırkçılık ve dinci gericilik okşandı.

Cinayet şebekeleri-çeteler bu yüzden katliamlar düzenledi.

Yazarlar, aydınlar, sanatçılar, sosyalist siyasetçiler bu yüzden cezaevine atıldılar, bu yüzden katledildiler.

12 Mart’ın üstünden 39 yıl, 12 Eylül’ün 29 yıl geçti.

Bugün de korkuyorlar.

12 Eylül faşist darbesinin koynunda büyüyüp gelişen AKP, bu korkuyu temsil ettiği içindir ki halka, yoksullara saldırıyor, ekmeğimizi, aşımızı yok edip, ümüğümüzü sıkmaya çalışıyor.

Korktukları için, her beş vakitte bir bin yalan söylüyorlar.

Korktukları için ülkenin geleceğine ipotek koyma savaşındalar.

Bu yüzden, her gün yeni bir hukuk skandalına imza atıyorlar.

Bu yüzden düzmece dosyaları ülkenin orta yerine atıp, “12 Eylül ile hesaplaşalım” diyen insanlığa kulaklarını tıkıyorlar.

İşçilerden korktuğu için, haklarını gasp edip, örgütlenmelerini engelliyorlar.

Çalışanların grevli, toplu sözleşmeli haklarını bu yüzden vermiyorlar.

Varımızı-yoğumuzu bu yüzden sermaye gruplarına ve yandaşlarına peşkeş çekiyorlar.

Korktukları için, açılımlar adı altında göz boyama seansları düzenliyorlar.

Korktukları için yazarlar, çizerler hakkında, oyunlar hakkında davalar açıyorlar.

Dünü gördük yaşadık, yarını da görüp yaşayacağız.

Tarih tanık.

Korkunun yok oluşu engellemeye, hiçbir yararı yok.

Yine öyle olacak.

Gün gelecek, devran mutlak dönecek.

“Yeter ki kararmasının sol mememin altındaki cevahir”

oyadinoaydin@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder