Yazarlar toplantısına katılmayacaklar!
16.04.2010 - 07:32
Yazdır Arkadaşına gönder AKP’nin kahvaltı sofrasına buyur edilme sırası şimdi yazarlarda... 60'ın üzerinde isim seçmişler. Peki, kimi çağıramazlardı diye sorup, artık aramızda olmayanlardan birkaçını yazsak, bugünün çağrılılarına, o sofraya oturmayı kabul edenlere, bir kalıcılık ya da tarihe gömülme formülü sunmuş olabilir miyiz?
Başbakan Erdoğan, 'açılım' toplantılarına sinemacıların ardından 17 Nisan’da yazarlarla devam edecek. Dolmabahçe Sarayı'nda yapılacak olan toplantıya davet edilen isimlerin arasında Yaşar Kemal, Adalet Ağaoğlu, Elif Şafak, Ayşe Kulin, Ahmet Ümit, Ece Temelkuran, Muhsin Kızılkaya, Şule Yüksel Şenler’in de bulunduğu 60’ın üzerinde yazar olduğu bilgisi veriliyor.
AKP'nin toplantıya davet politikası bir önceki açılım toplantılarıyla benzerlikler taşıdı. Bazı yazarlar davet listesinden elendi. Davetli listesinde kalan az sayıdaki AKP muhalifi yazar ise toplantıya katılmayacaklarını açıkladı.
Tarihi çağrılmayanlar, katılmayanlar yazıyor!
Ne mutlu ki, AKP’nin “aydın ve sanatçılar”la mükellef kahvaltı sofralarında buluşmasına çağrılmayan nice isim de var, çağrıya icabet etmeyen de. Ne mutlu ki, bu kahvaltılara çağrılmanın bile kendileri için ayıp sayılacağını söyleyen aydınlar, sanatçılar var. İktidar nimetlerine tamah etmeyip, emekçinin kuru simidini tercih edenler, bu ülkenin aydınlık geleceğini temsil ediyor, bu sıfatları taşımayı hak ettiklerini gösteriyorlar. Onlar, bugün aramızda olmayanların günümüzdeki onurlu taşıyıcıları olarak, çağrılmıyorlar, çağrıya uymuyorlar, çağrılmayı zul sayıyorlar.
Şöyle bir düşünün, “ağzı bozuk, meymenetsiz bir ozan”ı çağırmaya cesaret edebilir miydi Tayyip, sofrasına? Can Yücel otursaydı o sofraya, gümüş bir tüy dikseydi, ortalık yerine masanın. Mümkün müydü? Bu hasta düzende sağlıklı bir kanser, çağrılır mıydı? Çağrılsa, “sıksa petkaları” diyelim, “nereden çıktı kuzum bu karartı” demez miydi en kibarından?
Nâzım Hikmet’e vatandaşlık iadesi lütfettiler, kahvaltıya da çağırırlar mıydı bugün aramızda olsa? “Düşmanlar ki kanıma susamışlar, kanlarına susamışım” faslını demli çayda değişir miydi? Halide Edip’in, “büyük sanatkâr, ama bir de şu ideolojisi olmasa” lafını ağzına tıkan, buyük insanlığın safını nida ve sual işaretsiz seçmiş şair, nerede kahvaltıya otururdu? “Hey sersem bayan, dedim, ben dâhi değilim, fakat iyi bir sanatkârım ve bunu her şeyden önce ideolojime borçluyum. Eğer sizin iyi sanatkârlarınız yoksa, ideolojinizin bugün artık iyi sanatkâra muhteva olamayacak kadar tefessüh etmiş olmasından gelir.” Çağırırlar mıydı?
“Çit köyü halkından” Enver Gökçe’yi, üstüne panzerler kalkınca, dostu kavgaya çağıran o güzel ozanı, o düşmana gözden gezden arpacıktan selam göndereni, Türkiye’nin emekçisi olmayı seçeni çağırmaya yeltenebilirler miydi? Uğruna dert mihnet çekilen kollektif hayat, oturur muydu sofraya?
Aziz Nesin, kaç mizah öyküsü çıkarırdı, bir davetten, bir kahvaltıdan, bir sofra başındakilerden? O mizah öyküsü, gözlerden sadece gülmekten mi yaş getirirdi? Hep trajedi yazdım, komedi algılandı derken, bu “şenliği” hangi yazın türüne sokardı? Çağrılmazdı! Sivas’ı unutur muydu ki, Sivas’ı, çağrılsın?
Sivas tutuşunca alev alev aydınlığını verenler, icabet ederler miydi bu davete? Metin Altıok, elinde sapı kırık bir temizlik fırçasıyla mı katılırdı oraya mesela? Asım Bezirci, “boyunu aşan” kitaplarını basamak mı yapardı bir yağma sofrasında pay almaya?
Düşer miydi dost yüzlü dost gülücüklü puşt zulasına Ahmed Arif? Gül memeler değil domdom kurşunu olan ağzına, atar mıydı bir lokmasını namussuzun, halden bilmez kahpe yalanın? Görüşmecinin getireceği yeşil soğanı değişir miydi kuş sütüyle. Çağırırlar mıydı onu?
Çağırırlar mıydı, Rıfat Ilgaz’ı? Hiç değilse, aç iki kolunu iki yana, korkuluk ol diye aydınlara seslenenen sınıfın ozanını? Ocak katırı Alagöz’ün sofrası dururken, o sofraya oturmaktansa kasnağa kolunu vermeyi tercih edecek yazarı, alabilirler miydi listelerine?
Bu kahvaltı ayıbından ülkeyi ve aydınları kurtarmak için, Turgut Özal’a yaptığı birlikte intihar çağrısını, bir de Tayyip için yinelemez miydi Cemal Süreya? Düzyazı ağır olmak zorundayken onun yanında, eşiklere oturmuş bir yığın insanın hatırına, yırtılan ipek sesi çınlatmaz mıydı ortalığı bu hafifliği gösterenlere karşı? Bir Celalî öfke kasıp kavurmaz mıydı, sofradaki zeytinin dalını?
“Neredeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar: ‘Görüyor musun şu haini! İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor...’ Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek, bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?” diyen Sabahttin Âli’nin ezilmiş başı, kırık piposu bir davetiye alır mıydı?
Orhan Kemal çağrılır mıydı? “İnandığım doğruların adamı oldum, böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmaya çalıştım. Kursağıma hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir.” Gider miydi o kursaktan bir kırıntısı o sofrayı donatmışların?
Kemal Özer, meydanları dolduran güvercinlere karşı bile halkı uyaran, yalanlara karşı savaşan şair, mümkün müydü çağrılabilsin, ilkyazda çatırdayan buzları ırmakların sözüne bağlayan duruş?
Hadi çağırsalardı ya, Fazıl Hüsnü’yü? Çocukların korkunçluğunu, “yok sana ihtiyaçları!” diye seslendiren, haçları bebek yapanların koca şairini? Bağımsızlığı, gericilikle savaşmayı, ses bayrağıyla dalgalandıran Dağlarca’yı davet etselerdi ya bir?
Fakir Baykurt, adını da alıp gider miydi? “Sanatta devrimci tavır, hayatı değiştirme tavrıdır. Kitaplarımız, bize ün sağlamak ya da kalıcı olmaktan önce, toplumu bu yönde etkilemek içindir” diyen bir yazar, ne işine yarardı ki iktidarın?
Hasan Hüseyin Korkmazgil, küfürün pirzolası, hatta, sunturlusunun “haza kral sofrası” olması dururken, çöker miydi o cılız sofranın bir kıyıcığına? Bir dağ çekirgesinin gecede irkilmesi gibi, gömleksizlerin, dayanaksızların bir akşam birdenbire dağlara çıkması gibi bir sille mi indirirdi yoksa, davetiye uzatanların suratına?
17 Nisan: Safını seçme günü
Şimdi AKP, 17 Nisan günü kahvaltı veriyor. Çağrıyı reddedenler var bu ülkede. Çağrılmayanlar var. Çağrılamayacakların birikimi var, bugünlere bıraktıkları miras var. 17 Nisan günü, yazarlar bir kahvaltı sofrası ekseninde saflaşmayacaklar yalnızca aslında. 17 Nisan günü, yazar, aydın kavramları karşısında bir sınav verilecek. Sofraya oturanların kitapları çok satacak belki, nimetleri bol olacak. Ama bir gün, edebiyat tarihi, bir dönemi yazacak. Dönülüp bakılacak bugünlere. Ve bir künye çıkacak... 17 Nisan, yazarların karne günüdür. Notları, iktidar sofraları vermeyecek...
16 Nisan 2010 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder