25 Ekim 2010 Pazartesi

2010-2011…


Tiyatrolar perdelerini açtılar.

Sorunlar artık erişilmez dağ gibi, aş aşabilirsen!

Siz hiç, ‘yeni bir tiyatro salonu daha yapıldı’ başlığıyla bir haber duydunuz mu?

Devlet tiyatroları için yapılan birkaç devşirme mekân ile İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları için yapılan bir iki ‘düzenlenmiş salon’ ve de Eskişehir, İzmir’den başka tiyatro salonu inşa eden yerel yönetim yok.

İstanbul gibi her mahallesi bir küçük Anadolu kenti büyüklüğünde olan koca şehirde bile, salonlar yetersiz.

Ankara’da Yenimahalle ve Çankaya Belediyeleri dışında hiçbir yerel yönetimin böyle bir meselesi yok.

Melih Gökçek, var olanları da yok etti.

Gençlik Parkı Muhsin Ertuğrul Açık Hava Tiyatrosu, kentin en merkezi yerinde yaz ayları boyunca tiyatrolara ev sahipliği yapan büyülü bir mekândı; şimdi yerinde Kültür Müdürlüğünün sanat üretmeye elverişsiz beton binası yükseliyor. Ulus’un orta yerindeki 100.yıl Sahnesi de yok.

Yerel yönetimlerin “konferans-toplantı-düğün salonu” adlarıyla inşa ettikleri yapılarda tiyatro yapma olanağı ise çok zor.

Teknik donanımları olmayan bu mekânları kiralama şansınız, torpillere bağlı!

Herhangi bir belediyeye ait salonda oyun oynamak için kırk takla atmak zorundasınız.

Her yerel yönetimin kendi önceliği var.

Bağlı bulundukları siyasi partinin toplantıları, eş-dost etkinlikleri, yandaş derneklerin-vakıfların çalışmaları, çevre okulların etkinlikleri ve kültür müdürlüklerinin iki dudakları arasına sıkışan bin türlü keyfilikler.

Yer buldunuz diyelim, bu kez hangi oyunu oynayacağınız sorgulanmaya başlıyor!

Anlaşılacağı üzere, yaratma özgürlükleriniz budanıyor ve ürettiklerinizi seyircilerinizle paylaşma şansınız her anlamıyla elinizden alınıyor.

Yalnız İstanbul’da kırka yakın tiyatronun salonsuz olduğunu düşünürseniz, yaşanan sorunları daha iyi algılarsınız.

Büyük kentlerde salon olanakları bulamayan ve biraz da bu yüzden Anadolu yollarına düşen topluluklar, teknik olanakları ‘sıfır’ olan salonlarda perde açmak durumundalar. Eğer bir tiyatro turneye çıkıyorsa, ışık-ses-görüntü gibi kendi teknik gereçlerini mutlak beraberinde taşımak zorunda.

Bu gerçeklik, 40 yıl önce de böyleydi. Beraberinizde teknik gereçleriniz yoksa girilen salonlarda oyun oynama şansınız sıfırdı.

Bugün Anadolu kentlerini kuşatan alış-veriş merkezlerinin içlerine ‘göstermelik’ biçimde yapılan salonlar da her anlamıyla estetik ve tiyatral mimariden uzak anlayışların ürünleri. Zaten öncelik sinema salonu yapmaya verilmiş. Onlar da, 50-100-150 kişilik bisküvi kutuları!

Kültür Bakanı’nın “Anadolu’da ve büyük kentlerde onlarca salon yaptık” açıklamasının ne kadar gerçekçi olduğu ortada!

İnanmayın.

Bakan Bey, üniversitelerin içlerine yapılan salonlardan söz ediyor olabilir. Ancak oralarda hangi topluluklar oyun oynayabiliyor, o salonlar kimlere, kaç paraya kiralanıyor? Bilmiyor olsa gerek!

Görülen odur ki, bu ülke yöneticileri sanata ve sanatçıya kapılarını sonuna kadar kapatmış durumda.

Sözü daha fazla eğip bükmeden, ülkenin genelinde tiyatro salonlarının inşa edilmediğini, salon adıyla var olanların da olanaksız mekânlar olduğu gerçeğini saptamak, önümüzü görmeye yarayacaktır

Böylelikle, yükselen gericiliğin beslendiği asıl kaynaklardan birinin de bu geçeklik olduğu, kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Sanatsal yaratılardan uzaklaştırılmış, yaşamlarını zenginleştirecek kültürel etkinliklerin önü tıkanmış bir halk ne yapar?

Ya cemaatlerin kucağına itilir, ya cami avlusuna, ya da ırkçılığın kindar saldırganlığının bağrına.

Buradan aydınlanmacı-çağdaş, yurt sorunlarını sorun eden, değiştirici, aklı açık, sorgulayıcı insan toplulukları çıkması olası mı?

Elbette hayır.

Buradan çıksa çıksa sisteme eklenmiş, gününü gün edip siyasi erke biat eden, kendine verilenle yetinen, hatta bunun için günde beş kez secdeye varıp şükreden toplamlar çıkar.

İstenilen de bundan başkaca hiç bir şey değildir.

Verilenle yetin ve sus.

Ülke de tiyatro, sistem tarafından paçasından aşağılara çekilen bir sanat alanı olunca, büyük özveriler ile yapılan birkaç “tiyatro festivalinin” önemi daha iyi anlaşılıyor olsa gerek.

Bunlardan biri olan Ankara Tiyatro Festivali’nin hem uluslararası olması, hem de 15. yılını adımlaması sevindirici.

Birçok kez benim de oynadığım oyunlarla katıldığım bu etkinlik, Ankara’ya ve Ankaralıya ‘tiyatro bayramı’ yaşatıyor.
Yurdun dört bir yanından gelen amatör-profesyonel-üniversite toplulukları, yurtdışı konukları, yapılan atölyeler, sunumlar, ‘sosyal sorumluluk projeleri’ adıyla bir kısmı ücretsiz oynanan oyunlar, Ankara’yı bir şenlik kentine dönüştürüyor.
Bu yıl Ankara’da “1 devlet tiyatroları, 9 yurtdışı tiyatro grubu, 5 belediye şehir tiyatrosu, 4 üniversite tiyatro topluluğu, 35 özel ve amatör tiyatro grubu, 4 çocuk tiyatrosu, 5 atölye-panel-seminer olmak üzere 63 tiyatro grubu, toplam 74 etkinlikle tiyatro severlerle buluşacak.
Salon oyunlarının yanı sıra, sokak tiyatrolarının gösterileri, çağdaş dans performansları ve tiyatro konusunda yapılacak panel-söyleşi ve atölye çalışmaları yer alacak.”
26 Kasım-6 Aralık tarihleri arasında yapılacak bu Festivale ilginin yoğun olması, sistemin oluşturmaya çalıştığı duvarların yıkılmaya yüz tuttuğunun bir göstergesi olsa gerek.

Yaşanan tüm çirkinliğe inat; perdelerini hayat ve yaşanılır bir dünya için aralayan tüm meslektaşlarıma, 2010 -2011 Tiyatro Sezonu mut, umut, ülkeye barış ve eşitlik getirsin.

oaydinoaydin@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder